Ayşe ve Yaralı Kedi
Küçük bir kasabada yaşayan Ayşe, hayvanları ve insanları çok seven bir çocuktu. Annesi ona her zaman, “Allah, yarattıklarını sevmemizi ister. Sevgi, Allah’a olan imanımızın bir göstergesidir. Kim bir canlıya sevgiyle yaklaşırsa, Allah da onu sever,” derdi. Bu sözler Ayşe’nin aklından hiç çıkmazdı.
Bir gün okuldan dönerken Ayşe, yol kenarında acı içinde miyavlayan bir kedi gördü. Kedinin bir bacağı kanıyordu ve zavallı hayvan hareket etmekte zorlanıyordu. Ayşe hemen yanına çömeldi.
“Korkma küçük dostum, sana yardım edeceğim,” dedi. Ceketini çıkararak kediyi nazikçe sardı ve eve götürdü.
Eve vardığında, annesi Ayşe’yi ve kediyi görünce şaşırdı. “Bu ne Ayşe?” diye sordu.
Ayşe, “Anne, bu kedi yaralanmış. Ona yardım etmemiz lazım. Allah bizi yarattığı gibi bu kediyi de yaratmış. Ona sevgi göstermezsek, Allah bizden razı olur mu?” dedi.
Annesi Ayşe’nin bu duyarlılığına hayran kaldı. “Haklısın kızım,” dedi. “Hadi bakalım, birlikte ona bakalım.”
Ayşe ve annesi kedinin yarasını temizledi ve onu iyileştirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ayşe her gün kediyi besledi, onunla ilgilendi ve iyileşmesi için dua etti. Günler geçtikçe kedi daha iyi olmaya başladı. Artık miyavlamaları acı dolu değil, neşeliydi.
Bir gün, Ayşe kediyi pencereden dışarı bıraktı. Kedi önce biraz durakladı, sonra Ayşe’ye döndü ve minnet dolu bir bakış attı. Ardından koşarak uzaklaştı. Ayşe, içindeki huzuru ve mutluluğu hissederek annesine döndü.
“Anne, bu kediye yardım ettiğim için çok mutluyum. Allah, bu sevgiyi kalbimize koyduğu için ona şükrediyorum,” dedi.
Annesi, “Sevgi, Allah’ın bize verdiği en güzel hediyelerden biridir. Sen bu sevgiyi göstererek Allah’a olan imanını da kanıtladın,” dedi.
Aradan birkaç hafta geçti. Bir sabah Ayşe, kediyi bahçelerinde gördü. Bu kez yalnız değildi. Yanında üç küçük yavrusu vardı! Kedi, sanki Ayşe’ye teşekkür eder gibi yanına gelip kuyruğunu salladı ve yavrularını gösterdi.
Ayşe çok duygulandı. “Anne, bak! Allah bize sevgiyi öğretirken aslında bu sevginin nasıl çoğaldığını da gösteriyor,” dedi.
O günden sonra Ayşe, Allah’ın sevgisinin her yerde olduğunu daha iyi anladı. Sadece insanlara değil, hayvanlara ve doğaya da sevgiyle yaklaşmanın Allah’a olan imanının bir göstergesi olduğunu hiç unutmadı.
Mehmet ve Arkadaşının Yeni Ayakkabısı
Küçük bir kasabada yaşayan Mehmet, oldukça yardımsever ve fedakâr bir çocuktu. Annesi ona sık sık, “Evladım, Allah, başkaları için fedakârlık yapanları sever. Çünkü fedakârlık, Allah’a olan imanımızın bir göstergesidir. Kim birine iyilik için fedakârlık yaparsa, Allah onun ödülünü verir,” derdi. Mehmet bu sözleri hiç unutmazdı.
Bir gün, Mehmet’in sınıf arkadaşı Hasan’ın ayakkabılarının yırtıldığını fark etti. Hasan, yırtık ayakkabılarıyla yürümekte zorlanıyor ve yaşıtları onunla dalga geçiyordu. Hasan, bu yüzden çok üzgündü ve derslerde bile eskisi kadar neşeli değildi.
Mehmet, Hasan’a bakarken içinden, “Keşke ona yardım edebilsem,” diye geçirdi. Ama Mehmet’in ailesinin durumu da çok iyi değildi. Yeni bir ayakkabı almak için birikmiş parası vardı, çünkü kendisinin de eskiyen ayakkabılara ihtiyacı vardı.
O gece Mehmet, annesine durumu anlattı. “Anne, Hasan’ın ayakkabıları yırtılmış ve çok üzgün. Ona yardım etmek istiyorum ama bu, kendi ayakkabımı alamayacağım anlamına geliyor. Sence ne yapmalıyım?” diye sordu.
Annesi Mehmet’e sevgiyle baktı ve dedi ki: “Oğlum, fedakârlık kolay bir şey değildir, ama Allah, başkaları için fedakârlık yapan kullarını çok sever. Hasan’ın yerinde sen olsaydın, başkasının sana yardım etmesini ister miydin?”
Mehmet bu sözleri düşünerek sabah okula gitti. Ders bitiminde Hasan’ı kenara çekti ve ona, “Hasan, ben biraz para biriktirmiştim. Bu parayı senin ayakkabı alman için kullanabiliriz,” dedi.
Hasan önce şaşırdı ve “Ama bu senin paran, nasıl kabul ederim?” diye sordu. Mehmet gülümseyerek, “Allah bizi izliyor, Hasan. İkimiz de ihtiyacımız olduğunda başkalarından yardım bekleriz. Şimdi senin daha çok ihtiyacın var. Bu parayı al ve yeni bir ayakkabı al,” dedi.
Hasan gözleri dolu bir şekilde parayı kabul etti. Ertesi gün yeni ayakkabılarıyla okula geldiğinde yüzünde büyük bir mutluluk vardı. Mehmet ise içten bir huzur hissetti. Kendi ayakkabıları eskiydi ama kalbi, Hasan’ın mutluluğunu görünce sevinçle dolmuştu.
Akşam, annesine olanları anlattığında annesi, “Allah senin bu fedakârlığını mutlaka karşılıksız bırakmaz, oğlum. Sevincin ve huzurun en büyük ödülün. Sen Allah’ın razı olduğu bir kul oldun,” dedi.
Bir hafta sonra, Mehmet’in amcası ziyarete geldi ve ona hiç beklemediği bir hediye verdi: yepyeni bir çift ayakkabı! Mehmet çok şaşırdı ve “Bu nasıl oldu?” diye düşündü. Ama sonra anladı ki, Allah yaptığı fedakârlığın karşılığını vermişti.
Mehmet o günden sonra, fedakârlığın Allah’a olan imanının bir göstergesi olduğunu daha iyi anladı. Başkalarına yardım etmenin ve ihtiyaçtan vazgeçmenin aslında çok büyük bir sevap olduğunu öğrendi.
Selim ve Çalışkan Karınca
Bir zamanlar, sakin bir köyde Selim adında merhametli bir çocuk yaşardı. Selim’in annesi ona her zaman şöyle derdi: “Evladım, merhamet Allah’ın kullarına verdiği en güzel duygulardan biridir. Allah, merhametli kullarını sever ve onların kalplerine huzur verir.” Selim, annesinin bu sözlerini hep hatırlardı ve her zaman merhametli olmanın önemini anlamaya çalışırdı.
Bir yaz günü, Selim ormanda yürüyüş yaparken yere düşüp acı içinde kıvranan bir karınca gördü. Karınca, büyük bir taşın altında sıkışmış ve hareket edemiyordu. Selim hemen yere eğildi ve karıncayı nazikçe taşın altından çıkarmaya çalıştı.
“Merhaba küçük dostum,” dedi Selim, “Sana yardım edeyim.”
Selim karıncayı dikkatlice taşın altından çıkararak, güvenli bir yere bıraktı. Karınca hemen kendine geldi ve Selim’in eline bakarak küçük bir hareketle sanki teşekkür ediyordu. Selim gülümsedi ve karıncayı bırakarak ormanda yürüyüşüne devam etti.
Bir hafta sonra, köyde büyük bir fırtına çıktı. Selim, fırtına nedeniyle etraftaki tüm hayvanların zor durumda olduğunu düşündü. Etrafında birçok küçük kuş, sincap ve karınca yuvalarının zarar gördüğünü fark etti. Selim, hemen yardım etmeye karar verdi.
İlk olarak, karınca yuvalarına gitti. Yuvaları su basmış ve karıncalar çaresiz kalmıştı. Selim, büyük bir dikkatle karıncaları tekrardan güvenli bir yere taşıdı. Ardından, kuşların yuvalarını kontrol etti ve sığ bir yere yerleştirilen bazı kuşları güvenli alanlara taşıdı.
Selim, her bir canlının, Allah’ın yarattığı bir varlık olduğunu ve her birine yardım etmenin Allah’a olan imanını güçlendireceğini biliyordu. Yardım ettiği her canlıdan sonra içindeki huzuru daha da derinden hissediyordu.
Bir gün, köyün ileri yaşlardaki bir kadını olan Huriye Teyze, Selim’i gördü ve ona teşekkür etti: “Selim, sen çok merhametli bir çocuksun. Allah sana her zaman yardım eder, çünkü senin kalbin çok temiz.”
Selim, Huriye Teyze’ye gülümsedi ve “Ben sadece Allah’ın yarattığı canlılara yardım etmeye çalışıyorum. Merhamet Allah’ın bizlere verdiği güzel bir duygudur,” dedi.
Ertesi gün, Selim’in babası ona küçük bir hediye aldı. Selim şaşkınlıkla, “Baba, bu ne?” diye sordu. Babası, “Evladım, Allah’a olan merhametin ve yardımların seni mutlu etti. Sen her zaman Allah’ın rızasını kazanarak doğru olanı yaptın,” diyerek Selim’i tebrik etti.
Selim, yaptığı her iyilikte Allah’a olan inancını daha da pekiştirdi. O günden sonra, her fırsatta yardıma ihtiyacı olan canlılara ve insanlara merhametle yaklaşmaya devam etti. Allah’ın merhametini sadece başkalarına yardım ederek değil, kalbinde de hissetti ve huzuru buldu.
Ali ve Öfkesinin Kontrolü
Ali, kasabada yaşayan 12 yaşında bir çocuktu. Okulda, evde ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde her zaman sakin ve nazikti. Ancak, bazen öfkesi kontrolünü kaybetmesine neden oluyordu. Annesi ona, “Evladım, öfkeyi kontrol etmek, Allah’a olan imanımızı gösteren bir davranıştır. Allah, öfkesini kontrol edebilen kullarını sever,” derdi. Ali, bu öğütleri duymuştu ama öfkelendiğinde her şey unutuluyor gibiydi.
Bir gün okulda, Ali’nin en yakın arkadaşı Ahmet ile aralarında bir tartışma başladı. Ahmet, Ali’yi yanlış anlamış ve onu çok kızdırmıştı. Ali, başta sakin kalmaya çalıştı ama Ahmet’in söyledikleri ona çok dokundu. Hızla tepki verdi ve “Bunu sana bir daha yapma!” diye bağırarak sınıfın dışına çıkıp tek başına bahçeye gitti.
Annesinin sözlerini hatırlamaya çalıştı ama öfkesi o kadar büyüktü ki, ne yapacağını bilemedi. Bahçede tek başına yürürken, içindeki öfke gittikçe arttı. Bir süre sonra, Ali, bir ağacın altına oturdu ve derin bir nefes aldı. İçinde kaynayan öfke, bir türlü dinmiyordu.
Birden aklına, annesinin bir önceki gün söylediği başka bir söz geldi: “Öfke, şeytanın işidir. Eğer birine öfkelendiğinde sakinleşir ve sabırlı olursan, Allah seni ödüllendirir.”
Ali, derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. “Allah, her zaman bizleri izler ve doğru yolu gösterir,” diye düşündü. Bir an için sustu, içindeki öfkenin yerini sakinlik aldı. Hızla bir dua etmeye başladı:
“Allah’ım, bana sabır ver. Öfkemden dolayı pişman oluyorum. Yardım et ki sakinleşeyim ve doğru olanı yapayım.”
Ali dua ettikten sonra biraz daha rahatladı. Okula geri dönmeye karar verdi. Ahmet ile tartışmanın üzerine daha fazla gitmek istemiyordu. Ali sınıfa girdi ve Ahmet’i buldu. Ahmet, Ali’nin yüzündeki huzuru fark etti.
“Ali, seninle tartıştım, ama üzgünüm. Söylediklerim seni kırdı,” dedi Ahmet. Ali, sakin bir şekilde cevap verdi:
“Ben de seni kırdım, Ahmet. Ama Allah’a dua ettim ve sakinleşmeye çalıştım. Hadi, birbirimizi anlayarak dost kalalım.”
Ahmet çok etkilendi. “Gerçekten çok olgun davrandın, Ali. Ben de sana yanlış yaptım. Özür dilerim.”
O günden sonra Ali, öfkesinin kontrolünü daha iyi sağladı. Allah’a dua eder ve öfke anlarında sakinleşmeye çalışırdı. Annesi, bir gün ona, “Evladım, senin öfkeni kontrol etmen, Allah’a olan imanını gösteriyor. Sabırlı olmak, Allah’ın sevgisini kazanmaktır,” dediğinde Ali, içindeki huzuru bir kez daha hissetti.
Ali, öfkesini kontrol edebildiği her an, Allah’a olan inancını daha da pekiştirdi. Artık her zor durumda, dua eder ve sabırlı olmaya çalışır, kendini kaybetmezdi.
Zeynep ve Cömertlik
Zeynep, kasabada yaşayan iyi kalpli ve cömert bir çocuktu. Annesi ona her zaman cömertliğin, Allah’a olan imanımızı gösterdiğini söylerdi: “Evladım, cömert olmak, Allah’a olan sevdamızın bir işaretidir. Allah, cömert kullarını sever ve onların her zaman ihtiyacı olmasa bile başkalarına yardım etmelerini ister.” Zeynep de annesinin bu sözlerini her zaman hatırlayarak yaşardı.
Bir sabah, Zeynep okuldan önce pazara gitmek için evden çıktı. Kasabanın pazarı oldukça kalabalıktı, ama Zeynep pazara gitmek yerine oradan geçerken yaşlı bir kadını fark etti. Kadın, elinde bir sepetle durmuş ve yardım bekliyordu. Yavaşça yanına yaklaşan Zeynep, kadının zor durumda olduğunu fark etti.
Kadın, elindeki sepeti göstererek, “Evladım, ne olur bana biraz para ver, o kadar ihtiyacım var ki. Bugün ne yemek alabileceğimi bile bilmiyorum,” dedi. Zeynep, kadının gözlerindeki çaresizliği gördü ve içinde bir şeylerin uyanmaya başladığını hissetti.
O an Zeynep’in aklına annesinin cömertlik hakkındaki sözleri geldi. “Allah, cömert olanları sever ve onların kalbine huzur verir,” diye düşündü. Zeynep, cebindeki parasına baktı. Elinde birkaç parası vardı ve bu parayı çok ihtiyacı olmadığı için saklamak yerine kadına vermek istedi.
Zeynep, paranın tamamını kadına uzatarak, “Buyurun, umarım size yardımcı olur. Allah, zor durumda olanların yanındadır ve yardım eder,” dedi. Kadın, gözleri dolarak Zeynep’e teşekkür etti ve “Allah razı olsun, evladım. Senin gibi çocukların var olması, Allah’ın ne kadar büyük bir rahmetinin olduğunu gösteriyor,” dedi.
Zeynep, mutlu bir şekilde eve döndü. İçinde bir huzur vardı çünkü doğru olanı yapmıştı. Ancak, annesi Zeynep’in evdeki yüz ifadesini fark etti ve “Ne oldu, evladım? Yüzün çok mutlu görünüyor,” dedi. Zeynep annesine kadına yardım ettiğini ve ondan aldığı teşekkürleri anlattı. Annesi gülümseyerek, “Zeynep, Allah’a olan sevdanın en güzel hali budur. Allah, cömert olanlara karşılık verir ve onların kalbini huzurla doldurur,” dedi.
Bir hafta sonra, Zeynep ve annesi kasaba meydanında bir yardım kampanyası olduğunu öğrendiler. Bu kampanya, ihtiyaç sahipleri için toplanan bağışları topluyordu. Zeynep, ailesinin evde kalan giysilerini ve bazı oyuncaklarını alarak kampanyaya bağışladı. Birkaç gün sonra, Zeynep’in öğretmeni, “Zeynep, senin cömertliğin ve yardımların takdire şayan. Allah’ın rızasını kazanmak isteyenler, senin gibi olmalı,” dedi.
Zeynep bu sözleri duyunca içindeki sevgi ve huzuru bir kez daha hissetti. O günden sonra, her zaman başkalarına yardım etmeyi, cömert olmayı ve Allah’ın rızasını kazanmayı ön planda tutmaya karar verdi.
Zeynep, cömertliğin sadece başkalarına yardım etmekle değil, aynı zamanda Allah’a olan sevginin ve imanının bir göstergesi olduğunu anladı. Zeynep, her iyilik ve yardım yaptığı anın aslında Allah’a bir teşekkür olduğunu düşündü. Cömertliği ve kalbindeki sevgiyle, her geçen gün daha da huzurlu ve mutlu bir çocuk haline geldi.
Hasan’ın Büyük Sınavı
Hasan, küçük bir köyde yaşayan, dürüstlüğüyle tanınan bir çocuktu. Babası ona sık sık, “Oğlum, dürüstlük Allah’ın en sevdiği davranışlardandır. Allah bizi her zaman görür ve doğru olanları sever,” derdi. Hasan, bu sözleri hiç unutmazdı.
Bir gün, köyde bir bilgi yarışması düzenleneceği duyuruldu. Yarışmayı kazanan çocuğa büyük bir kitap seti hediye edilecekti. Hasan bu yarışmayı duyunca çok heyecanlandı, çünkü kitap okumayı çok seviyordu. Hemen çalışmaya başladı. Günlerce ders kitaplarını okudu, notlar aldı ve yarışma için hazırlandı.
Yarışma günü geldiğinde, Hasan yarışma salonuna ailesiyle birlikte gitti. Salonda başka çocuklar da vardı, hepsi büyük bir heyecan içindeydi. Yarışma başladı. Sorular birbiri ardına geliyordu ve Hasan hepsine doğru cevap veriyordu. Fakat final sorusu çok zordu. Hasan önce cevabı düşündü, ama tam emin olamıyordu.
O sırada masanın üzerinde açık bir kâğıt fark etti. Kâğıtta sorunun cevabı yazılıydı. Hasan, kimsenin görmediğini düşündü ve bir an için bu kâğıda bakmayı düşündü. Ama hemen sonra babasının sözlerini hatırladı: “Allah bizi her zaman görür.”
Hasan derin bir nefes aldı ve kendi kendine, “Eğer bu kâğıttan kopya çekip yarışmayı kazanırsam, bu dürüstlük olmaz. Allah dürüst olmayanları sevmez. Doğru olanı yapmalıyım,” dedi.
Hasan, soruyu doğru bildiğinden emin olmasa da kâğıda bakmadan kendi bildiği cevabı yazdı. Yarışma sona erdiğinde jüri üyeleri sonuçları açıkladı. Hasan, final sorusunu yanlış cevaplamıştı ve yarışmayı ikinci sırada bitirmişti. İlk başta biraz üzülse de içindeki huzur her şeyden daha değerliydi. Çünkü doğru olanı yapmıştı.
Yarışma sonrası jüri başkanı Hasan’ı yanına çağırdı ve şöyle dedi:
“Hasan, masanın üzerindeki kâğıtta cevabı gördüğünü fark ettik, ama dürüst davranarak ona bakmadığını biliyoruz. Bu dürüstlüğün bizi çok etkiledi. Yarışmayı kazanmasan da, Allah’ın huzurunda en büyük ödülü kazandın: dürüst bir kalp.”
Jüri, Hasan’a özel bir ödül verdi. Fakat Hasan için asıl ödül, doğru bir insan olmanın verdiği mutluluktu. O gün eve dönerken babasına, “Allah’ın her zaman bizimle olduğunu bir kez daha anladım. Dürüst olmak her zaman en güzeli,” dedi.
Babası da onu tebrik ederek, “Doğru olanı yaptığın için Allah da seni çok seviyor, oğlum,” dedi. Hasan o günden sonra dürüstlüğün Allah’a olan imanla ne kadar bağlantılı olduğunu daha iyi anladı ve hayatı boyunca hep doğru bir insan olmaya çalıştı.
Published: Dec 20, 2024
Latest Revision: Dec 20, 2024
Ourboox Unique Identifier: OB-1636364
Copyright © 2024