by gülay cosgun
Copyright © 2018
81 İL 81 OKUL İLK KURŞUN HATAY DÖRTYOL
PROJESİ
ARKADAŞLARIMIZIN GÖRÜŞLERİNİ ALDIK
FATMA CEREN:BU PROJEDE ÇOK EĞLENİYORUZ.BU PROJEYE KATILDIĞIMA ÇOK MUTLUYUM.
MERYEM: E TWİNİNG PROJESİ BİZLERE ÇOK KONUDA BİLGİLER ÖĞRETTİ.
KARDELEN: BU PROJENİN KURUCUSUNA VE YÖNETMENİNE ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUZ.
CANER: BU PROJEYE KATILDIĞIMA ÇOK MUTLUYUM. BU PROJEDE GEÇMİŞTE OLAN OLAYLARI ÖĞRENDİM.
ÇAĞRI: BU PROJEYE YENİ GELDİM. GELDİĞİM İÇİN ÇOK MUTLUYUM.
Hatay, dünyanın en eski yerleşim alanlarındandır. Hatay ve yöresi, binlerce yıllık medeniyet eserlerini sinesinde saklayan, çeşitli uygarlıkların izlerini kesin ve derin çizgileriyle koruyan bir müze gibidir. Nitekim yapılan arkeolojik kazılar bu konuda çok önemli delilleri ortaya çıkarmıştır.
Hatay ilinin merkezi olan Antakya da “Şehirlerin Kraliçesi” olarak tarihe geçmiştir. Özellikle kurulduğu yer, stratejik yönden büyük öneme sahip olup, önemli ana yolların kavşak ve geçit noktasında bulunmaktadır. Bu konumu sebebiyle de tarih boyunca önemli roller oynamış, büyük kral ve kumandanları barındırmıştır.
19 Aralık 1919 tarihindeki bu çatışma; Dörtyol’da Türk halkının işgalci Fransız ve Ermenilere karşı ilk toplu ve bilinçli karşı koymasıdır. Milli mücadelenin “İlk Kurşunu”dur. Bu yönde İstiklal Harbinin ilk silahlı direnişi olarak büyük önemi vardır. Ama maalesef okul kitaplarında yer almamaktadır.
Hatay, dünyanın en eski yerleşim alanlarındandır. Hatay ve yöresi, binlerce yıllık medeniyet eserlerini sinesinde saklayan, çeşitli uygarlıkların izlerini kesin ve derin çizgileriyle koruyan bir müze gibidir. Nitekim yapılan arkeolojik kazılar bu konuda çok önemli delilleri ortaya çıkarmıştır.
Hatay ilinin merkezi olan Antakya da “Şehirlerin Kraliçesi” olarak tarihe geçmiştir. Özellikle kurulduğu yer, stratejik yönden büyük öneme sahip olup, önemli ana yolların kavşak ve geçit noktasında bulunmaktadır. Bu konumu sebebiyle de tarih boyunca önemli roller oynamış, büyük kral ve kumandanları barındırmıştır.
Hatay bölgesine Türkmen’ler ilk defa Abbasiler (750-1258) zamanında gelmeye başladılar. Bizanslılar zamanında Türkmen sayısı oldukça arttı. Çünkü, 1256-1265 yılları arasında Moğol Hükümdarı Hülagu Han’ın emriyle Anadolu’da katliama uğrayan 40 bin çadırdan fazla Türkmen, bir Kıpçak Türkü olan Memlûk Hükümdarı Baybars tarafından himaye altına alınmışlardı. Hatay’ın yeniden canlanması, Antakya surlarının tamir edilmesi, camilerle donatılması, liman inşası ve şehrin İslamlaşması Baybars zamanında olmuştur. 1467-1487 yılları arasında bu bölgeyi gezen L. d. Broguiere adlı seyyah, batılıların Ermenistan adını verdiği bu bölgeyi TÜRKMENİSTAN diye adlandırmış, buranın merkezi olan Antakya şehrinde Türkmenlerin oturduğunu belirtmiştir.1
I. Dünya Harbi yılları Osmanlı Devleti’nin son yıllarıdır. 1916 yılı Mart ayında Petersburg’da Sykes-Picot-Sazanof arasında cereyan eden görüşmelerde konu, Osmanlı topraklarının paylaşılmasıydı. Bu paylaşma anlaşmalarına göre; Güney-Güneydoğu Anadolu ve Suriye Fransa’ya, bunun güneyinde kalan ve özellikle Irak’ı yani petrol bölgesini içine alan araziyi İngiltere alacaktı. Oysa ki İngiltere, Araplara (Kral Faysal’a) Suriye krallığını vaad etmişti.2
I. Dünya Harbi’ne bir emrivaki ve oldu bitti sonucu giren Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’nin kendi aralarındaki gizli görüşme ve paylaşma planlarından ya hiç habersizdi, ya da yeterince bilgi sahibi değildi. Buna rağmen yedi cephede birden verilen ölüm-kalım savaşlarının sonuçları hiçte beklendiği gibi olmadı. Üstelik, 30 Ekim 1918’de Mondros’ta Osmanlı Heyeti’yle Müttefikler arasında imzalanan ve I. Dünya Harbi’ni sona erdiren mütareke, bir ateşkes değil her tarafı sarılmış, nefes alamıyacak hale getirilmiş bir devlete indirilen son büyük ve acımasız darbe idi.3
BÜYÜK HARBİN SONA ERMESİ VE MUSTAFA KEMAL PAŞA
I. Dünya Harbi’nin sona ermesi aynı zamanda, Osmanlı Devleti’nin tarihi fonksiyonunun yok olmaya başladığı yılların başlangıcıdır. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı günlerde güney ve güneydoğu cephelerindeki ordularımız M.Kemal Paşa’nın kumandasında bulunuyordu. Türk karargahı da Halep demiryolu yakınındaki Katma istasyonundaydı. 1 Kasım 1918’de Katma karargahı üzerinde uçan bir İngiliz uçağı, Mondros Ateşkesi’nin şartlarını M. Kemal Paşa’ya tebliğ etti.4 Ancak Paşa, anlaşma şartlarının çok ağır ve aynen uygulanması halinde ülkenin bütünü ile işgalini sağlayacak gizli hükümlerin bulunduğunu beyan ederek subaylarına; “Bundan sonra Harb-i Kebir bitmiştir, Harb-i Sagir başlayacaktır” sözünü söylemiştir.
Bu sözün gerçek ifadesi ise; artık Osmanlı Devleti’nin sona ermesiyle Türk milletinin ülkesini paylaşmak isteyecek işgalcilere karşı gösterecekleri mücadele ve direnişin derhal başlaması demektir.
2 Kasım 1918’den itibaren M. Kemal Paşa ve Kuzey Suriye’de bulunan ordularımız Hassa-Islahiye ve Belen-Dörtyol yörelerine doğru çekilmeye başladı.5 Türk ordularının boşalttıkları yerleri ve Katma’yı 20 otomobille gelen bir İngiliz birliği Arap ve Ermenilerin sevinç gösterileri ile hemen işgal etti. Bu tarihten itibaren de buralardaki Türklerin kötü talihleri ve bir daha Türkiye’ye katılamayacakları işkence ve esaret günleri de başlıyordu.
Halep’in işgalinden sonra Hatay yöresinde işgale uğrayan ilk yer İskenderun oldu. I. Dünya Harbi sırasında Müttefikler tarafından mayınlanmış olan İskenderun körfezi temizlenmesi için 3 Kasım 1918 günü bir Fransız torpido kumandanı İskenderun kaymakamına başvuruda bulundu. İstanbul Hükümetinin’de Fransızlar’ın İskenderun limanından faydalanmalarında bir sakınca görmemeleri üzerine 4 Kasım 1918 günü, 5 Fransız torpidosu körfezdeki mayınları temizledi. Hemen ardından da bir Fransız deniz birliği İskenderun’a çıktı. Bu çıkış bir anlamda İskenderun’un işgali demekti ve bu işgal hareketi de Mondros Mütarekesi’nin hükümlerine aykırıydı. İşgal olayı İstanbul’a bildirildi. Hükümet ise buna mani olunmasını, mani olunamazsa ateş edilmemesini ancak İngiliz Başkumandanlığına bildirilerek protesto edilmesini bildirdi.6
İskenderun’un işgali sırasında Adana’da bulunan M. Kemal Paşa, bu tehlikeli gelişmeleri ve doğuracağı kötü sonuçları bir telgrafla İstanbul Hükümeti’ne bildirerek, kendi sorumluluğunda bulunan bu bölgeye yabancıların asker çıkarmalarına izin vermeyeceğini belirtmişti. Fakat İstanbul Hükümeti büyük baskı altında olduğundan Paşa’nın istekleri kabul edilmedi. M. Kemal Paşa da 10 Kasım 1918 günü görevinden ayrılarak İstanbul’a hareket etti. İskenderun’a Fransızlar’dan sonra 9 Kasım 1918 günü İngilizler de 15 kişilik bir müfreze ile çıktılar. Ancak İngilizler İskenderun’da kalmayarak Dörtyol’a geçtiler.
11 Kasım 1918 günü ise İskenderun’daki Fransız torpido kumandanı, İskenderun’da bulunan tüm görevlilerin şehri terketmelerini emretti. Kaymakam ve Liman Reisi’nin Türk Hükümeti’nin emriyle yeniden İskenderun’a dönmeleri üzerine Fransız Kumandanı bunları tutuklattırıp ağır işkencelerle halka teşhir ettirdi.
12 Kasım 1918 günü Fransız’lar İskenderun’a asker çıkarttılar. 14 Kasım 1918’de şehir resmen işgal edilmiş oldu.7
Zaten bölgenin işgali için 1916 yılında Fransız ve İngiliz temsilcileri Londra’da kesin olarak anlaşmışlardı. Bu anlaşma Petersburg Anlaşmasından daha kesin ve kararlılık ifade ediyordu.
1916 yılında Fransız temsilcisi F. George Picot ile İngiliz Temsilcisi Mark Sykes arasında imzalanan Sykes-Picot anlaşmasına Ermeni lideri Bogas Nubar Paşa, Kilikyada’da Türklere karşı savaşmak üzere “Doğu Lejyonu adı verilen bir birlik kurulması” maddesini koydurtmuştu. Fransa daha şimdiden Doğu Lejyonu’nu, ileride kurmayı düşündüğü “Küçük Ermeni Devleti” ordusunun çekirdeği olarak düşünüyordu.8 Ermeniler, Adana ve havalisini “Büyük Kilikya”, Hatay yöresini de “Küçük Kilikya” olarak kabul ediyor ve Çukurova’ya temelli yerleşmeyi arzuluyorlardı. Fakat Küçük Kilikya ile Büyük Kilikya arasında ulaşım, ince bir şerit gibi uzanan Dörtyol ve Payas boğazlarından geçtiğinden, bu yolun emniyet altına alınması Ermeniler için çok gerekliydi.9 Daha sonra Çukurova’yı ve Güneydoğu’yu işgalde büyük güçlük çekecek olan Fransızlar Ermenilerle işbirliği yaparak Doğu Lejyonu askerlerine Fransız üniforması giydirip bu yörelere sahip oldukları gibi, Ermeniler de Dörtyol ve Payas’da yerleşerek büyük taşkınlıklara başladılar. Bunda en büyük itici güç de 1915 yılında meydana gelen ve Suriye içlerine doğru göç ettirilen Ermeniler, Fransızların himaye ve teşvikleriyle yeniden eski yerlerine dönmeye başladılar. Bunun sonucunda bölgede 12 bin kişilik bir güce ulaştılar. Fransız işgalini fırsat bilen Ermeniler, Türklere karşı baskın ve soygunlara başladılar. Dörtyol ve civarına dönen Ermenilerin giderleri de Osmanlı Maliyesi’ne ödettirilmişti.10 Bunlar yerli Ermenilerle işbirliği yaparak, Türk ve Müslüman halka karşı bir yoketme savaşı yürütüyorlardı. Bu insanlık dışı uygulamalar sakin bir kasaba olan Dörtyol’da huzur bırakmayarak can, mal, ırz, namus tanımayan saldırılar halkı canından bezdirdi. Ermeniler köylülerin mallarını zorla ellerinden alıyor ve bu malların tehcir sırasında müsadere edilmiş Ermeni malları olduğunu ileri sürüyorlardı. Gece evlerine baskın yapılan zengin Türkler, ertesi gün şikayete gittiklerinde sonuç alamıyor, dertlerini dinletemiyorlardı. Bu yüzden halk birer ikişer Dörtyol’un Özerli köyüne sığınmaya veya dağlara kaçmaya başladı. Ermeniler Özerli köyüne de baskın yaparak halka hakaret ve işkence yaptılar.11 Halk dayanamayıp karşı koydu. Olay dolu günler arttıkça halkın sabır ve tahammülü kalmadı. Köylüler Dörtyol’a inemez hale geldi. Artık zulüm çekilmez boyutlara ulaşmıştı.
Özerli köyünde Hacı Hüseyin Oğullarından Emin Hoca başkanlığında bir heyet, Fransızlar’ın göz yumduğu Ermenilerin zulmünden korunmalarını istemek için İskenderun’da bulunan İngiliz Valisi’ne başvurdular. Bu başvuru üzerine İngiliz valisi Dörtyol’a Hintli ve Müslüman askerlerden kurulu bir birliği gönderdi. Hintli askerler Ermeniler’e iltifat etmedikleri gibi, Türklere de bir ölçü yardımcı oldular. Bu sayede geçici bir sükunet dönemi yaşanmaya başlandı.12
11 Aralık 1918 günü Fransızlardan kurulu ve 400 Ermeni ile takviyeli bir Fransız Piyade alayı Dörtyol’u işgal etti. Fransız işgali ile çok daha güçlenen Ermeniler, halkın ve köylülerin sığındıkları Özerli köyüne saldırdılar ve köy halkının mallarını yağma ettiler. Bu saldırılara son verilmesini istemek için Özerli Köyü Muhtarı Şeyhmuszade Mehmet Ağa ile üye Abdülkadir Ağazade Yusuf Ağa, Dörtyol’daki Payas kumandanına şikayete gittiler. Fakat kumandanın kapısı önünde elleri bağlanıp süngülenerek şehit edildiler.
Aynı günlerde 30 kadar Ermeni, Dörtyol’un batısındaki Haraç Çiftliği’ne baskın düzenlediler. Çiftlikte sadece iki Türk olduğu halde, çiftliğe girmeyi başaramayan baskıncılar 8 ölü bırakarak çekildiler. Bu onlar için şaşırtıcı ve moral bozucu bir olay oldu.13
Özerli Dedebeyzade Hakkı Bey, akrabaları ve köyün ileri gelenleri saldırılara karşı tedbir almak için toplanıp görüşmeler yaptılar. Sonuçta varılan karar üzerine 10 kadar köylü silahlanarak dağa çıktı. Bunların; Kürtül’den Baba Mustafa (Kürtül, şimdi Payas’ın bir mahallesidir), Derviş Ağalar’dan Ali, Hocazadeler’den Mehmet ve Ahmet, Kadri Beyoğlu Hacı Mustafa ile adamları olduğu bilinmektedir.14 Böylece kurulan çeteler Dörtyol ve Payas civarında Fransız ve Ermenilere karşı mücadeleye başladılar. Fransızlar, bu yörelerdeki Osmanlı askeri yönetimine henüz el koymadıklarından, çetelere karşı Osmaniye’den Jandarma Subayı Çerkez Mithat’ı getirdiler ve 150 jandarma ile çetelerin takibine gönderdiler. Çerkez Mithat, Kürtül köyünü işgal ederek çetelerin teslim edilmesini istedi. Köylü bu isteği kabul etmeyince ceza olarak 500 altın ödemek zorunda bırakıldı. Jandarmanın köyden ayrılması üzerine köylüler kalan mallarını sattılar ve silahlanarak dağa çıktılar. Artık Fransızlara ve Ermenilere karşı toplu direniş için herşey hazır demekti.
İŞGALCİ FRANSIZLAR VE ERMENİLERE KARŞI “İLK TOPLU DİRENİŞ”, “İLK KURŞUN”
Dörtyol halkının tümüyle silahlanması ve haksızlığa boyun eğmeyerek karşılık vermeye başlaması bilhassa Ermenilerin öfkelerini iyice arttırdığı gibi Karakese köyüne saldırıp intikam almak için hazırlanmalarına sebep oldu. Fransız işgali de Ermenilere güç ve cesaret veriyordu. Nitekim 17 Aralık 1918’de Fransızlar Mersin’e yeniden asker çıkarmış15, Suriye orduları işgal kumandanı General Hamlin, 18 Aralık 1918’de büyük bir törenle Adana’ya girmişti.16
19 Aralık 1918 günü, çoğu Ermeni askerlerinden meydana gelen kalabalık bir Fransız müfrezesinin baskın yapmak üzere Karakese’ye doğru hareket ettiğini haber alan köylüler, Özerli olaylarından sonra Dörtyol’a ve Özerli’ye giden yolları taştan barikatlar kurarak kapattılar, bir saldırıya karşı tedbir aldılar ve Fransızlar gelince de onları ateşle karşıladılar. Bu beklenmeyen direniş karşısında Fransızlar şaşkına döndüler. Saldırıya devam etmelerine rağmen bir sonuç elde edemediler. Çatışmayı bırakıp çekildiklerinde arkalarında 15 ölü bırakmışlardı.17
I. Dünya Harbi’nin 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi (Ateşkesi) ile sona ermesinin ardından başlayan Kurtuluş Harbinde, ülkemizi işgale yeltenen galip devletlere karşı “İlk Direniş” ve “İlk Kurşun”un ne zaman, nerede ve kim tarafından atıldığı hususunda son zamanlara kadar (1989); 15 Mayıs 1919’da İzmir’de işgalci Yunan güçlerini ve onların onur kırıcı davranışlarına tahammül edemeyerek ateş edenin, birkaç Yunan askerini öldürenin ve ölenin Selanikli bir gazeteci olan Hasan Tahsin (Osman Nevres) olduğu ifade edilmişti.
Ancak “Milli Mücadelede Hatay Silahlı Mücadele 1918-1922” adlı araştırmamız sırasında bunun doğru olmadığını gördük, tespit ettik.
Yine bizim gibi bu konuda araştırma yapan araştırmacı-yazar Mehmet TEKİN ve yine Hatay konusuna eğilen eğitimci-yazar Kadir Aslan Bey’in bulgu, bilgi ve irşatlarının ışığı altında ve Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATEŞE) arşivindeki belgelerle tespitlerimiz sonucunda “İlk Kurşun’un Hatay’ın Dörtyol İlçesi, Karakese Köyü yakınındaki Özerli Çayı kenarında Mehmet Kara ve Çete Arkadaşları tarafından 19 Aralık 1918 tarihinde atılmış olduğunu gördük.
Bu gerçeğin tescili işlemi ise eğitimci-yazar Kemal Arslan’ın Hatay Valiliği nezdinde yaptığı girişimler sonucunda tamamlanmıştır. Hatay Valisi Utku Acun 18 Aralık 1991 tarihinde, Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığına, Kadir Aslan’ın iddialarını içeren yazılarını ilgi tutarak görüş istemeleri üzerine, Genel Kurmay Başkanlığı da, tarih uzmanı ve Özlük Hakları Araştırma Elemanı İlhami Berk’e göndererek bu konunun aydınlatılmasını istemiştir.
Uzman İlhami Berk’in hazırladığı üçbuçuk sayfalık rapor 27 Ocak 1992 tarihinde Hatay Valiliği’ne gönderilmiştir.
Bu raporda ilk direniş ve ilk kurşunun Mehmet Kara ve Çete Arkadaşları tarafından atıldığı; Fransız destekli Ermeni işgalcilerine karşı olduğu, bu ilk kurşun ve direnişin Kurtuluş harbimizde işgalci düşmana karşı kazanılan ilk başarı olduğu ve 15 Mayıs 1919’da İzmir’deki “ilk kurşun”dan altı ay kadar önce olduğu gerçeğini ortaya koyulmaktadır.
İlk kurşunu atan çete Mehmet Kara’nın kısa bir süre sonra ölmesiyle bu çete içinde yer alan Kara Hasan Paşa’nın Hatay Milli Mücadelesine aynı hızla devam ettiğini görüyoruz. Zira Ermeniler ilk kurşundan sonra intikam almak için Özerli Köyüne saldırmaktan vazgeçmemişler ve birkaç Türkü öldürmüşlerdir. Bu olay üzerine çete liderliğini üstlenen Karaçaylı (şimdiki Yeşilköylü) Kara Hasan Paşa Hatay Milli Mücadelesinde kilit adam rolünü üstlenmiş ve yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve kurtarıcısı Mustafa Kemal Paşa ile tam bir dayanışmada bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın Hatay’a ve Hatay davasına verdiği önem ve değerin bir uzantısını da ilk kurşunda görev alan Kara Hasan Paşa’nın şahsında Hatay için görüyoruz.
20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara İtilafnamesi, Türkiye ile Suriye arasındaki sınırı Payas-Kilis hattından çizmişti. Bu çizgi Dörtyol ve Hassa’yı Türkiye’de, İskenderun, Antakya, Kırıkhan, Reyhanlı, Yay-ladağı, Samandağ ve Altınözü ilçelerini Fransız işgali altında bırakıyordu. Ancak Misak-ı Milli ile sınırlarımız içinde kalmış olmak tek güvence ve mücadele kaynağı oluyordu.
Eğer bu bölgede çeteler ve reisleri Kara Hasan Paşa olmasaydı Fransızlar Ankara İtilafnamesi’ne yanaşmayabilir veya en azından şartlar çok farklı olabilirdi.
Kara Hasan Paşa Atatürk’ün sevdiği, takdir ettiği bir çete olmuştur. Zira Kara Hasan Paşa 1922 yılı Ocak ayından sonra dağlardan inmiş, köyüne çekilmiş, emrindeki katır, silah, yemek kazanları, yatak ve benzeri gibi tüm çeteye ait levazımatı Dörtyol’daki askeri birliğe teslim etmiştir.
Okur yazar olmamasına rağmen, namuslu bir kurmay subayı gibi davranması, Atatürk’ün de hoşuna gitmiş ve ona hitap ederken “Paşa” diye seslenmiş ve 1925-1926’da Dörtyol’da bizzat ziyareti sırasında böyle mütevazı ve hatta yoksulluğa terkedilmişliğini görünce 25 dönüm kadar narenciye bahçesi tahsis ettirmiş, 1931 yılında da bahçesini gezerek kahvesini içmiştir.
Atatürk’ün onu böyle onurlandırmasında; vatan tehlikeye düştüğünde göreve koşan, düşmanın yüreğine korku salan, savunduğu beldeyi düşmana “iğneli beşik” yapan ve görevi bitince de hiçbirşey olmamışçasına sessizce köşesine çekilen ve hiçbir istekte bulunmayan tipik Türk yiğitlerinden biri olarak görmesinin önemli bir rolü olsa gerektir.
Onun anısına şu anda Dörtyol – Yeşil Belediyesi’nde “Hasan Paşa İlkokulu” bulunmaktadır.
SONUÇ
19 Aralık 1919 tarihindeki bu çatışma; Dörtyol’da Türk halkının işgalci Fransız ve Ermenilere karşı ilk toplu ve bilinçli karşı koymasıdır. Milli mücadelenin “İlk Kurşunu”dur. Bu yönde İstiklal Harbinin ilk silahlı direnişi olarak büyük önemi vardır. Ama maalesef okul kitaplarında yer almamaktadır.
Şurasını hemen belirtelim ki “ilk kurşunun” 19 Aralık 1918’de Hatay Dörtyol’da atılması İzmir’deki “ilk kurşunun” önemini azaltmaz. Ancak bir gerçeğin, bir hakkın tespiti ve teslimi de kaçınılmazdır. Günümüzde Hatay’ı Arap toprağı olarak görmek isteyenlere karşı bu bölgenin ne denli bir Türk toprağı, Türk vatanının ayrılmaz bir parçası olduğunu yabancı işgaline karşı ta o günlerde silaha sarılarak göstermiş oldukları gibi güney komşumuz Suriye’nin her gün sabah akşam televizyon açılışlarında gösterdikleri haritada Toroslar’ın güneyine kadar bu toprakları Suriye içerisinde göstermelerine karşı Antakya Belediye Başkanlarının ısrarlı tepkilerde bulunmaları da son derece yerinde ve anlamlıdır. Ayrıca bu
https://www.youtube.com/watch?
Yaptığımız çekimlerin her ilin bir okulundan çekimler yapılarak kurucusuna gönderildi. Kurucusuda bir belgesel yaptılar. Yukarıdada belgeselin linki var.


I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasını takiben, yöreden göçettirilen Ermeniler’in, Fransızlar desteğinde geri döneceği ve yöreyi işgal edeceği söylentilerinin yayılması, yukarıda belirttiğimiz dehşet verici olayları yaşayan ve bu Ermeniler döndüğü takdirde aynı dehşeti bir kere daha yaşayacağının bilincinde olan, Türk halkını endişeye sevketmişti. Bu endişe, ne yazık ki, boşa çıkmamış, olaylar istenmeyen bir biçimde gelişmiştir. I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Fransa, Ermeni gönüllüleri ile bir mukavele imzalamış, buna göre, vatanları kabul ettiği tehcir bölgelerine ilk olarak girme imtiyazını vermişti. I. Dünya Savaşı sona erince, Fransız Generali Hamelin, Fransız Doğu Lejyonu (Legion d’Orient)’nu bizzat ikiye ayırmış, Suriye’de ikamete mecbur ettiklerine “Suriye Lejyonu” adını vermişti. General Hamelin, Doğu Lejyonu’ndan kalan kuvvetlerden üç Ermeni bataryası meydana getirmişti. Bunlardan biri İskenderun-İslahiye, ikincisi Toprakkale-Dörtyol arasına, üçüncüsü ise, Mersin’e yerleştirilmiş, bölüklere ayrılarak Tarsus, Pozantı ve Adana çevresine dağıtılmıştı. Adana ve çevresindekiler, “Ermeni Lejyonu” adı ile Albay Romieu’nun emrine girmişti. Romieu, 15 Kasım 1918’de, Fransa Harbiye Nezâreti’ne müracaatla, emri altındaki birliğin Kilikya’ya intikalini ve Kıbrıs’ın, ikmal merkezi olmasını resmen istedi. Ayrıca; bu birliği İskenderun limanına çıkaracağını ve buradan Toroslar’a doğru ilerleyerek, Kilikya’yı kontrolü altına alacağını belirtmişti.
Bu teklife, Fransa Başbakanı Clemenceau yerine, İngiliz Generali Allenby’den olumlu cevap geldi. Ermeni Lejyonu’nun ilk birlikleri 22 Kasım 1918’de, St. Bricue adındaki Fransız gemisine bindirildi ve İskenderun’a doğru yola çıktı. Romieu’ya bağlı Doğu Lejyonu’nun son birliklerinin de en geç 20 Aralık 1918’de İskenderun limanında olacağı plânlanmıştı3. Gerçekten de, o sıralar Adana Vilâyeti’ne bağlı bir kaza merkezi durumundaki Dörtyol, yörenin ilk işgal edilen şehirlerinden biri oldu. Bu arada, 9 Kasım 1918’de, İskenderun on onbeş kişilik bir İngiliz müfrezesi tarafından işgal edilmiş4, 11 Kasım 1918’de, halkın, erzak deposu önünde birikmesini bahane eden, Fransızlar’ın Coutelas Torpidosu Komutanı David Beauregard, Türk memur, polis ve jandarmalarının, İskenderun’dan hemen ayrılmalarını istemişti5. Çok geçmeden, İngilizler, Osmanlı Hükûmeti’nden, yörenin işgaline zemin hazırlayacak yeni taleplerde bulunmuşlar, “Kilis-İslahiye hattının güneyinde ve Misis tren yolu boyunda bulunan Türk askerlerinin, 1 Aralık J918’e kadar, Ceyhan Nehri’nin batısına çekilmesini, her çeşit silâhlarını teslim etmelerini ve bu kuvvetlerin terhisini”6 istemişlerdi.
Nihayet, 11 Aralık 1918’de, Dörtyol’u işgal eden Fransızlar, bu işgalde dörtyüz Ermeni’den oluşan bir Fransız taburundan faydalanmışlardı. Bu işgal birliğine bağlı erler, Türkler’e ait oniki evi basarak eşya ve paralarını gaspetmiş, bir kadını boğazından yaralamış ve Osmanlı jandarmasını kasabadan çıkarmışlardı7.
işte, Ermeni şiddet hareketlerinin daha önceleri Türkler arasında yol açtığı hoşnutsuzluk, Ermeniler’in, Fransızlar desteğinde, bölgeyi işgal edeceği söylentilerinin yayılması ve gerçekten de, Fransızlar’ın, işgal sırasında, Fransız askerî üniforması giydirdikleri Ermeniler’e, işgal kuvvetleri arasında yer vermeleri ve bunların işgalle birlikte hakaret, gasp ve yaralama olaylarına girişmeleri, Türk ve Müslüman halkın, Ermenilerle birlikte, Dörtyol, Adana ve havalisini işgal eden Fransızlar’a da sert tepkiler göstermesine yol açmıştır. Fransızlar, işgali takiben, daha önce Suriye ve Lübnan’a göç ettirilen Ermenileri, Dörtyol’a ve yörenin diğer şehirlerine naklederek, yerleştirdiler. Az zamanda, Dörtyol’a yerleştirilen Ermenilerin sayısı oniki bin kişiye ulaştı
Kısa zaman sonra, Dörtyol ve yakınlarına yerleştirilmiş olan sivil Ermeniler de, Fransız İşgal Kuvvetlerinden cesaret ve destek alarak, Dörtyol civarındaki köylere baskınlar düzenlemeye başladılar. Bunların yaptığı zulümlerden ve işkencelerden bıkan ve endişe içinde sıranın kendilerine geleceği günü bekleyen Dörtyol’a bağlı Özerli Köyü halkı, Hacı Hüseyin Oğulları’ndan Emin Hoca Başkanlığındaki üç kişilik bir heyetle, bölgenin İngiliz Komutanlığı’na müracaat etti. Heyet, köylerinin ve çevrenin, Fransızlar ve özellikle Ermeni zulmünden korunmasını istedi. Bunun üzerine, İngiliz Komutanlığı, Hintli Müslümanlar’dan oluşan bir müfrezeyi, Dörtyol’a gönderdi. Bu müfreze, asayiş ve sükûneti geçici bir zaman için sağlamayı başardı9.
Fakat, bir süre sonra, Fransızlar ve Ermeniler, Özerli Köyü’ne saldırdılar ve halka hakaret ettiler, bazı evleri yağmaladılar. Bu kötü tutum ve hakaretlerine tahammül edemeyerek karşı koyan Özerli Köyü İhtiyar Heyeti’nden Muhtar Şeyhmuszâde (Şeyh Musazâde) Mehmet Ağa ile üye Abdülkadir Ağazâde Yusuf Ağa’yı, elleri bağlı olarak, Fransız İşgal Komutanı’nın kapısı önünde, süngü ile şehit ettiler. Ayrıca, Dörtyol’un güneyinde ve yakınındaki Karakese Köyü’ne güçlü bir müfreze ile taarruz eden Fransızlar ve Ermeniler, Özerli’de işledikeri cinayetleri bu kez gerçekleştirme imkânı bulamadılar.
Karakese ve çevre köyler halkı, Fransız ve Ermenilerin zulmüne uğramamak için, Dörtyol ve Özerli’ye giden yolları taştan hazırladıkları siperlerle kapatarak, kendilerini savunmaya karar vermiş ve cereyan eden şiddetli bir muharebeden sonra beş-on erlerini kayıp veren ve şaşkına dönen Fransızlar, Dörtyol’daki karagâhlarına geri çekilmek zorunda kalmışlardır, 19 Aralık 1918. Bu arada, Dörtyol ve çevresindeki köyler halkından, Türkler’e ait hayvanlara zorla el koyarak götürmek isteyen Ermeni kafilesi de, Turunçlu10 yakınında karşılarına çıkan Koca Ömer Oğlu Mehmet Çavuş (Mehmet Kara), Köse Mehmed ve bazı arkadaşları tarafından imha edilmiş, hayvanlar kurtarılmıştı. Yakın zamana kadar, Millî Mücadele’de düşmana karşı ilk kurşunun, nerede ve hangi tarihte atıldığı konusunda bir görüş birliği yoktu. İzmir’in işgali sırasında Hasan Tahsin Recep (asıl adı Osman Nevres)’in, Yunanlılar’a attığı kurşun, Millî Mücadele’nin ilk kurşunu olarak biliniyordu. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve ortaya konan vesikalar, Millî Mücadele’de düşmana karşı atılan “ilk kurşunun -hattâ kurşunların-”, Dörtyol’da, 19 Aralık 1918’de, Mondros Mütarekesi’nde elli gün sonra, yiğit Dörtyollular’ın cesur evlâdı Mehmet Çavuş (Mehmet Kara) ve müfrezesi tarafından atıldığını ortaya çıkarmıştır11.
Bu çarpışmaları takiben, Dörtyol’a dönen Fansız askerleri, Jandarma Komutanı Teğmen Hasan’ı, sebepsiz olarak, ağır şekilde yaraladılar. Dörtyol civarındaki Çaylı Köyü’nden Osman Oğlu Mustafa da12, Kurtkulağı Mevkii’nde şehit edildi. Bu ve benzeri haksız davranışların devamı Türk halkını direnişe şevketti. Yöre halkı, canını ve namusunu kurtarmak için, her türlü imkânını kullanarak silâh satın almaya başladı. Kara Hasan da, Fransızlar’dan, kardeşinin intikamını almak için, Kuzuculu Köyü’nde bir teşkilât kurarak direnişe geçti. Mal ve hayvanlarını satarak silâhlanan yöre gençleri de Kara Hasan’a katıldılar. Böylece, zamanla sayısı 300-400’e varan bir millî teşkilât ortaya çıktı13. 1919 yılı başlarında harekete geçen Kara Hasan (Hasan Paşa14) ve çetesi de, Türkiye’de, işgal güçlerine karşı, millî direnişi ilk baştan teşkilât olmuştur.
Bu şekilde başlayan millî direniş sonunda, yörede cereyan eden çarpışmalarda, 1921 yılı başına kadar, çoğu kez Fransızlar’ı yenilgiye uğratan Millî Kuvvetler, Feke, Kadirli, Karaisalı, Pozantı, Bahçe, Kozan ve Saimbeyli’yi düşman işgalinden kurtarmış, işgalci Fransız ve Ermeniler’in, Türkler’e karşı giriştiği, gasp, zulüm, işkence, yaralama, öldürme ve benzeri, insanlık dışı uygulamaları yanında, Fransızlar’ın sömürgeci emellerine, Ermeniler’in ise yörede devlet kurma hayallerine son vermişlerdir. Yöredeki mücadelenin son zamanlarında, kendi kuvvetlerinin basan kazanamadığını gören, Dörtyol ve Adana çevresinde tutunamayacağını anlayan Fransa Hükümeti, bu gelişmeler sonunda, Ankara Hükümeti ile uzlaşmanın çıkarlarına daha uygun düşeceğini anlamış ve barış görüşmelerine başlanmasını istemişti
Paris Görüşmesi ve Londra Konferansı’nı takiben, T.B.M.M.’nin, Misâk-ı Millî şartlarına uymadığı için, Bekar Sami-Aristide Briand arasındaki anlaşmaya karşı çıkması ve reddetmesi ilişkileri gerginleştirdi. Öte yandan, II. İnönü Zaferi’ni takiben, Fransa kamuoyu, kendi kuvvetlerinin Kilikya’da kesin bir basan kazanamayacağına iyice inanmış, savaştan bıkmış, artık, asker ve para savurganlığının önüne geçilmesini istemeye başlamıştı16. Fransa Hükümeti de, her şeye rağmen, düşmanlığın devamına taraftar görünmüyor, anlaşma zemini arıyordu.
Ankara Hükümeti de, Dörtyol dahil olmak üzere, Adana ve çevresinin tahliyesini bekliyor, bütün gücüyle batıdaki Yunan Cephesi’ne yüklenmek istiyordu. Nihayet, iki tarafın olumlu yaklaşımı görüşmelerin yeniden başlaması ile sonuçlandı. 13 Haziran 1921’de, ilk toplantıda Mustafa Kemal – Franklin Bouillon görüşmesi gerçekleşti. Franklin Bouillon, Türkiye’nin tam bağımsızlığı, kapitülasyonların kaldırılması ve diğer bazı konularda daha esaslı bir inceleme yapmak ve Hükûmeti’ne görüşmelerle ilgili bilgi vermek üzere Paris’e döndü. Aslında Türk-Yunan mücadelesinin sonucunu bekleyip, gelişmelere göre karar vermek düşüncesinde idi. Nitekim, Fransızlar’ın, sonucunu merakla bekledikleri Sakarya Meydan Savaşı’nı, Türk Ordusu kazanınca, Fransa Hükümeti, Ankara Hükümeti ve ordusunun Anadolu’da hesaba katılması gerekli bir güç olduğuna inandı. Franklin Bouillon’a, Ankara Hükümeti ile yeniden görüşme ve Kilikya’nın Fransız kuvvetleri tarafından boşaltılması konusunda yetki verildi. Böylece, 20 Ekim 1921’de, Ankara İtilâfnâmesi (Andlaşması) imzalandı
Bu andlaşma gereğince, yörenin tahliyesi için, bir Türk-Fransız Karma Komisyonu kurulmuş, Adana ve çevresinin tahliyesi için bir protokol imzalanmıştır18. Tahliye Komisyonu, Fransızlar’ın, Yenice’yi 19 Aralık 1921, Adana’yı 20 Aralık 1921, Tarsus ve Hacıtalip’i 27 Aralık 1921’de, Mersin’i 4 Ocak 1922’de, Mamure’yi 18 Aralık 1921, Misis’i 23 Aralık, Ceyhan ve Kozan taraflarını 24 Aralık, Osmaniye’yi 29 Aralık 1921’de, Toprakkale ve Erzin’i de 4 Ocak 1922’de tahliye etmesi ve işgalin tamamen sona ermesini kararlaştırmıştı19. Tahliye Komisyonu’nun bu kararına rağmen, Fransızlar’ın, erken tahliye düşüncesi ve çekilme istekleri dolayısiyle, Toprakkale 29 Aralık 1337 (1921)’de, ordumuzun 59/1 Alay, 3. Tabur ve 32/2 Alay kuvvetleri tarafından, olaysız bir şekilde istirdâd edilmiştir (kurtarılmıştır). Fransızlar’ın erken çekilme isteği, Erzin ve Dörtyol için de geçerli olmuş, Toprakkale’ye giren kuvvetlerimiz, aynı gün (29 Aralık 1921) akşam saatlerinde Erzin’e doğru harekete geçmiş, 31 Aralık 1921’de Fransızlar’ın tahliyesini takiben, 1 Ocak 1922’de, Ankara Hükûmeti’nin sivil yöneticileri ve jandarma birlikleri Dörtyol Kasabası’nı girmişlerdir. Hemen hemen tamamen boş durumdaki Dörtyol’a giren Cebel-i Bereket Mıntıka Kumandanlığı birlikleri daha sonra Osmaniye’ye geri dönmüşlerdir20. Böylece, düşman işgaline en baştan beri karşı olan ve Millî Mücadele’de düşmana ilk kurşunu atma şerefini taşımış olan Dörtyol İlçesi halkı, bir daha karşılaşmamak üzere işgalden kurtulmuştur.
Yukarıda verdiğimiz bilgilere göre; Dörtyol’un Kurtuluş Günü Törenleri’nin 1 Ocak günlerine alınması gerekmektedir. Bugün, Kurtuluş Törenleri, 9 Ocak günlerinde düzenlenmektedir. Kanaatimizce, bu hatâ, yakın tarihe kadar kaynak yetersizliğinden ileri gelen bilgi eksikliği, kurtulan il ve ilçelerimizin belli bir gün ve sıra ile kurtuluşu kutlamaları düşüncesi ve 1 Ocak günlerinde kışın şiddetli olduğu gibi düşüncelerden ileri gelmiştir. Buna karşılık; ATAŞE Arşivi dışında, dönemle ilgili Fransız kaynaklan da, Fransız İstihbarat Servisi’nin verdiği bilgilere dayanarak, Dörtyol’un, Fransız kuvvetleri tarafından 31 Aralık 1921’de tahliye edildiğini, Dörtyol da dahil olmak üzere, yöreyi tahliye etmiş olan en son Fransız unsurunun 4 Ocak (hattâ 3 Ocak) 1922’de çekildiği yolunda bilgi vermektedirler
Published: May 29, 2018
Latest Revision: May 29, 2018
Ourboox Unique Identifier: OB-488011
Copyright © 2018