by eTwining
Copyright © 2023
Author and Her Works
Schools that Prepared the Event
1-Murat ÇELEBİ-Bulutoğlu Anadolu Lisesi
2- Kyriaki Apostolıdou
Orhan Veli KANIK
Orhan Veli Kanık (April 13, 1914 – November 14, 1950), Turkish poet whose real name is Ahmet Orhan, wrote poems, stories, essays, articles and translations in the Republican Period, has more than 30 works, and is the founder of the Garip movement. article, short story writer, translator and nasir.
Orhan Veli Kanık was born in 1914 in the Beykoz district of Istanbul, the child of Fatma Nigar Hanım and Mehmet Veli Bey. He has two siblings named Füruzan and Adnan Veli.
Orhan Veli Kanık, who brought the language of the people on the street to poetry, started his education life at Akaretler Primary School. He left his university education unfinished and started to work as a civil servant at the Telegraph Affairs Directorate of the PTT General Directorate in Ankara in 1937. Orhan Veli Kanık, who did his military service in Gallipoli, also worked in the Translation Office of the Ministry of National Education. The poet, who was fond of alcohol, could not enter into a regular working life throughout his life.
Orhan Veli Kanık is a good-hearted, friendly, polite and emotional person who is loved by his surroundings. Orhan Veli Kanık has a very bony body physically and his arms and legs are quite long. Orhan Veli, who walks by bowing and leaning his chest slightly forward, has thin and white hands. The poet has a broad forehead and a pointed chin. He has acne scars on his face due to the acne problem he experienced in his youth. Orhan Veli Kanık, who is a great theater enthusiast, both wrote theater plays and appeared on the stage in various plays.
Orhan Veli Kanık is a poet who was initially criticized for the innovations he brought to poetry. With his unorthodox works, he was first offended and then subjected to amusement and humiliation. Orhan Veli Kanık, one of the rare poets who had a great reputation during his lifetime, was met with great love and admiration as well as all negative reactions.
Orhan Veli Kanık, together with Abidin Dino and Alaeddin Hakgüder, published a magazine called “Küllük”, which could only be published in one issue. Even though this magazine has only one issue, Orhan Veli Kanık’s poem “Tahattur” published in the first issue inspired the 1968 film “Vesikalı Yarim”. Although Orhan Veli Kanık does not have a published novel, it is known that he started to write a novel. The title of the book is “Out of Their World”, but the poet could not complete the book until his death.
Poet Orhan Veli Kanık died on 14 November 1950 in Istanbul.
Orhan Veli Kanık Works
- Garip
- İşsizlik
- Baharın Ettikleri
- Yaprak
- Birdenbire
- Vazgeçemediğim
- La Fontaine Masalları
- Yazılar ve Konuşmalar
- Vazgeçemediğim
- Dalgacı Mahmut
- Nasrettin Hoca Hikâyeleri
- BütünYazıları
- Çeviri Tiyatrolar
- Mektuplar Anketler Mülakatlar
- Çeviri Şiirler
- Şiirde Aydınlık
- Ben Orhan Veli
- Dünyalar Vardır
- Şairin İşi
- Hoşgör Köftecisi
- Yalnız Seni Arıyorum
- Sakın Şaşırma
- Bütün Şiirler
- Bütün Hikayeleri
- Saygılı Yosma
- Poesie
- Karşı
- Destan Gibi
- Fransız Şiiri Antolojisi
- Yenisi
ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum
İSTANBUL’U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
GÜZEL HAVALAR
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
KİTABE-İ SENG-İ MEZAR
1
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendiye
2
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa olduğunu alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince…
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
3
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yaz işiyle:
‘Ölüm Allah’ın emri,
‘Ayrılık olmasaydı.’
DEDİKODU
Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?
Melahat’ı almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata’ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla’yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?
Yahya Kemal Beyatlı
Yahya Kemal Beyatlı was born on December 2, 1884 in Skopje. He died on 1 November 1958 in Istanbul. His real name is Ahmet Agâh. He is the son of the Mayor of Skopje, İbrahim Naci Bey from Niş. His mother, Nakiye Hanım, is the niece of the poet Galib from Leskofca. His childhood years were spent in the Rakofça farm in Skopje, which is also reflected in his poems. He completed his primary education at the Private Mekteb-i Edep. He entered the Skopje High School in 1892. On the other hand, he took Arabic and Persian lessons at the İshak Bey Mosque Madrasa. In 1897 his family moved to Thessaloniki. He returned to Skopje due to family problems due to his mother’s death and his father’s remarriage. He was sent back to Thessaloniki. He came to Istanbul in 1902. He attended Vefa High School (high school). Eager to become a Young Turk, he fled to Paris in 1903. He attended Meaux school for a year and improved his French knowledge. In 1904 he entered the high school of political sciences. He established relations with the Young Turks. He got to know famous people of the period such as Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet, Samipaşazade Sezai, and Prince Şahabettin. He made friends with Şefik Hüsnü and Abdülhak Şinasi Hisar. He returned to Istanbul in 1912.
He worked as a literature and history teacher in Darüşşafaka in 1913. He gave a lecture on the history of civilization in Medresetü’l-Vaizin. After the armistice, he wrote articles in the journals Âti, İleri, Tevhid-i Efkar, and Hakimiyet-i Milliye. He founded the magazine “Dergah” with his friends. He supported the National Struggle with his articles. In 1922, he took part as a consultant in the board that went to Lausanne for the peace agreement. He became a deputy of Urfa in 1923. After the establishment of the Republic, he was appointed as ambassador in Warsaw and Madrid. Later, he became a member of the parliament in Yozgat, Tekirdağ, and in 1943-1946, Istanbul. He worked as Community Centers Art Consultant. He retired when he was Ambassador to Pakistan in 1949. He spent the last years of his life at the Park Hotel in Istanbul. He went to Paris in 1957 for the treatment of his chronic intestinal bleeding. He died a year later in Cerrahpaşa Hospital due to the same disease.
Selanik yıllarında “Esrar” takma adıyla şiir yazmaya başladı. İstanbul’da Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin‘in şiirleriyle tanıştı. İrtika ve Mâlumât dergilerinde “Agâh Kemal” takma adıyla Servet-i Fünun‘u destekleyen şiirler yazdı. Paris’te Fransız simgecilerinin şiirlerine yakınlık duydu. Fransız şiiriyle kurduğu yakınlık, Türk şiirine faklı bir açıyla bakmasını sağladı. Türk şiiri ve Türkçe söz sanatlarını inceledi. “Mısra haysiyetimdir” sözüyle şiirde dizenin bir iç uyumla, musiki cümlesi halinde kusursuzlaştırılması gerektiğini anlatır.
Şiirleriyle olduğu kadar şiirle ilgili görüşleriyle de büyük yankı uyandırdı. Ona göre divan şiiri “yığma” bir şiirdi. Parçacılık ve belirsizlik üzerine kuruluydu. Tanzimat şairleri bu şiiri birleştirme çabalarında yetersiz kalmıştı. Servet-i Fünun’cular yapay ve yapmacık bir dille yetinerek öze inememişlerdi. Oysa sanatçı kendi ulusunun dilini bulmalıydı. Batı’dan edindiği yüksek beğeniyle, Batı şiirine öykünmeyen yerli bir şiire yöneldi. Biçime ağırlık tanıdı. Esinlenmenin yerine dil işçiliğini getirdi. Arka planında bir tarih bulunan şiirlerinde imgeye de yer vermedi. Dize çalışmasındaki titizliği “az ve güç yazıyor” izlenimi uyandırdı. Yaşadığı sürede hiç kitap yayınlamaması da bu izlenimi pekiştirdi. Karşıtları tarafından “esersiz şair” olarak adlandırıldı.
1918’de Yeni Mecmua’da yayınlanan ürünlerle büyük ilgi uyandırdı. Daha sonra Edebi Mecmua, Şair, Büyük Mecmua, Şair Nedim, Yarın, İnci, Dergah gibi dergilerdeki şiirleriyle kendini yol gösterici olarak kabul ettirdi.
Works of Yahya Kemal Beyatlı:
Poem:
- Kendi Gök Kubbemiz (1961)
- Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962)
- Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963)
- Bitmemiş Şiirler (1976)
Prose:
- Aziz İstanbul (1964)
- Eğil Dağlar (1966)
- Siyasi Hikayeler (1968)
- Siyasi ve Edebi Portreler (1968)
- Edebiyata Dair (1971)
- Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973)
- Tarih Musahabeleri (1975)
- Mektuplar-Makaleler (1977)
Sessiz Gemi
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
Akıncılar
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi “ilerle”
Bir yaz günü geçtik tunadan kafilelerle
Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan
Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla
Cennette bu gün gülleri açmış görürüzde
Hala o kızıl hatıra gitmez gözümüzde
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Hazan Bahçeleri
Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş
Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş
Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Endülüs’te Raks
Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı…
Şevk akşamında Endülüs üç def’a kırmızı…
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.
Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri…
Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.
Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü,
Göğsünde yosma Gırnata’nın en güzel gülü…
Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir;
İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir.
Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi…
Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli…
Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli..
Gözler kamaştıran şala, meftûm eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sîneden: ‘Ole!’
Vuslat
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
Görmezler ufuklarda, şafak söktüğü anı…
Gördükleri ru’ya ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen ruzgarı başka.
Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez;
Gül solmayı; mehtab, azalıp gitmeyi bilmez…
Gök kubbesi her lahza, bütün gözlere mavi…
Zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
Sevdaları hülyalı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi, bir fiskiye ahengini dinler.
Bir ruh, o derin bahçede bir defa yaşarsa
Boynunda O’nun kolları, koynunda O varsa,
Dalmışsa O’nun saçlarının rayihasiyle,
Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle.
Yıldızları, boydan boya doğmuş gibi, varlık
Bir mucize halinde o gözlerdendir artık.
Kanmaz, en uzun buseye, öptükçe susuzdur
Zira, susatan zevk, o dudaklardaki tuzdur.
İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan…
Bir sır gibidir azçok ilah olduğumuzdan.
Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün nereden hangi tesadüfle gelirler?
Aşk, onları sevkettiği günlerde, kaderden
Rüzgar gibi bir sevk alır, oldukları yerden.
Geldikleri yol, ömrün ışıktan yoludur o!
Alemde bir akşam ne semavi koşudur o!
Dört atlı o gerdune, gelirken dolu dizgin,
Sevmiş iki ruh ufku görürler daha engin,
Simaları her lahza parıldar bu zeferle;
Gök, her tarafından, donanır meş’alerle!
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar
Dunyayı unutmuş bulunurken o sularda,
-Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-
Bir an uyanırlarsa leziz uykulardan,
Baştanbaşa, heryer kesilir kapkara, zindan…
Bir faciadır böyle bir alemde uyanmak…
Günden güne, hicranla bunalmış gibi, yanmak…
Ey tali! Ölümden ne beterdir bu karanlık!
Ey aşk! O gönüller sana maloldular artık!
Ey vuslat! O aşıkları efsuna ramet!
Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et!
Rindlerin Akşamı
Dönülmez akşamın ufkundayız.Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.
Published: Feb 13, 2023
Latest Revision: Feb 13, 2023
Ourboox Unique Identifier: OB-1417799
Copyright © 2023