
TEKELER İLKOKULU
4.SINIF ÖĞRENCİLERİ
YAZAR OLACAK ÇOCUK PROJESİ
DÜZENLEYEN: MERYEM GÜNDÜZ

Önsöz
Bu kitap Tekeler İlkokulu’nun 4.sınıf öğrencilerinin hayallerinden doğup kalemlerine dökülen hikayelerdir. Değerli öğrencilerimin yazarlık hayallerinin belki de ilk adımını atmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Onlarla gurur duyuyor ve ileride imzalı kitaplarını almayı temenni ediyorum.
Kitabımızın resimlerinin çiziminde öğrencilerimize yardım eden Selahattin Demirci öğretmenimize teşekkür ederim.

ALTIN SU ÜLKESİ
Denizin derinliklerinde kimsenin göremediği, bilmediği bir ülke varmış. Bu ülkeyi Kraliçe Ahtapot yönetiyormuş. Kraliçe Ahtapot görkemli bir sarayda yaşıyormuş. Bu saray altındanmış. Altınlar suyun içinde öyle parlıyormuş ki bu yüzden bu ülkenin adı Altın Su Ülkesiymiş. Kraliçe Ahtapot çok acımasız bir kraliçeymiş. Tek bildiği süslenip püslenip aynada kendisini seyretmekmiş. Balinaları, yunusları ve diğer bütün canlıları emrinde çalıştırırmış. Hayvanlar bu işi hiç sevmezmiş. Onlardan sürekli kendisi için süs eşyaları, mücevherler bulmalarını istermiş. Bir gün bile eli boş dönseler onları cezalandırırmış. Kraliçeyi bir türlü doyuramazlarmış. Her akşam Kraliçe Ahtapot hayvanları toplar:
– Bakalım bugün bana neler getirdiniz, diye sorarmış. Herkes getirdiklerini Kraliçeye verir, Kraliçe de mücevherleri takıp takıştırır ve sorarmış:
– Nasılım? Çok güzelim değil mi, dermiş.
Tüm hayvanlar canından bezdirmiş, hepsi Kraliçe Ahtapot’un acımasızlığından dert yanar olmuşlar. Bir gün Deniz Atı:
– Bu böyle olmayacak bir çare bulalım. Ben artık ahtapotu kraliçe olarak istemiyorum, demiş. Bütün hayvanlar aynı fikirdeymiş. Ama kraliçe ahtapot o kadar büyük ve güçlüymüş ki kimse ona bunu söylemeye cesaret edemezmiş. Küçük yengecin aklına bir fikir gelmiş . Yengeç:
– Buldum! Balinayı kraliçe yapalım. Eğer balinayı seçersek o çok büyük olduğu için ahtapot balinadan korkar ve bir şey söyleyemez. Balina başını sallayarak:
– Beni kraliçe olarak istediğiniz için teşekkür ederim. Ama ben ahtapota böyle bir şeyi nasıl söylerim? Ahtapotun bir çok kolu var. Bir kolunda bin bir zehir var. Ya bana sinirlenip beni zehirlerse ben ne yaparım?
Ona hak vermişler. Ahtapot hem büyük hem de tehlikeli bir hayvanmış. Kimse balinadan bu tehlikeyi göze almasını istemezmiş. Hayvanlar düşünmüşler düşünmüşler ama hiçbir çözüm yolu bulamamışlar. Mecbur Kraliçe Ahtapot’a katlanacaklarmış.

Altın Su Ülkesi Hayvanları her gün mücevher arıyor ve her geçen gün biraz daha yoruluyorlarmış. Günler geçtikçe bu ahtapottan bir türlü kurtulamayacakları düşüncesi artıyormuş. Altın Su Ülkesi Hayvanları bir gün birlikte sohbet ediyorlarmış. O sırada bir karartının kendilerine doğru yaklaştığını görmüşler. Deniz Atı:
– O da ne? Haydi arkadaşlar buradan uzaklaşalım. Bu gelen tehlikeli bir yaratık olabilir, demiş. Diğer hayvanlar ona hak vermiş. Tam oradan uzaklaşacaklarken uzun, parlak saçlar gözlerini kamaştırmış. Yunus Balığı:
-Bu gelen Deniz kızı, kaçmamıza gerek yok, demiş.
Herkes çok heyecanlanmış. Gözlerine inanamamışlar.
Deniz kızı yanlarına oturmuş sonra da kendini tanıtmış. Hayvanlar pek bir mutsuz görünüyorlarmış.

Deniz kızı:
-Hepinizin yüzü asılmış, sizi burada mutsuz eden bir durum mu var, diye sormuş.
Sıkıntılarını içlerinde tutamayan hayvanlar deniz kızına zalim ahtapotun yaptıklarını bir bir anlatmışlar. Deniz kızı bu hayvanların haline çok üzülmüş.
-Bir çözüm yolu düşünelim. Ben sizin için elimden geleni yapacağım demiş.Deniz kızı yarı insan olduğu için diğer hayvanlardan daha akıllıymış. Bir süre sonra:
-Bulduum, diye bağırmış. Sanırım sizi bu Kraliçe Ahtapottan kurtarabilirim, demiş. diğer hayvanlar merakla:
– Ne buldun, diye sormuşlar. Deniz kızı:
– Demek kraliçe süslenmeye çok meraklı. O zaman bizde ona çok hoşuna gidecek hediyeler veririz, demiş.
Küçük bir kaya balığı:
-Peki ama bu nasıl olacak? Biz zaten ona hediye toplamaktan şikayetçiyiz. O kadar hediyeyi nasıl bulacağız, demiş.
Deniz kızı:
– Eskiden hayatını kurtardığım bir insan dostum var. Ona sizin görkemli altın saray için bir parça verelim. Karada bilezik yapan insanlara bir sürü bilezik yaptıralım. Bakalım o kadar çok bileziği ahtapotun kolları taşıyabilecek mi?
Tüm hayvanlar bu fikri çok beğenmiş. Kraliçenin olmayacağını düşününce daha da heyecanlanıyorlamış.
Plan yapmışlar. Bir kısmı deniz kızının insan dostunu bulmasına yardım edecek bir kısmı saraydan altın alacak bir kısmı da ahtapota göz kulak olacakmış.
Görevleri bittikten sonra nerede buluşacaklarına karar vermişler. Birbirlerine şans dileyip oradan uzaklaşmışlar.Hemen gidip altın sarayın duvarından irice bir parça koparıp getirmişler. Deniz kızı bu parçayı alıp gözden kaybolmuş. O sırada diğer hayvanlar deniz kızının insan dostuna ulaşıp ona durumu anlatmışlar.
Aradan bir süre geçtikten sonra Deniz Kızının Altın bilezik çuvalını yüzgecine takıp gelmekte olduğunu görmüşler.
-Alın bakalım, bunları kraliçenize götürün, demiş.
Altın Su Ülkesi Hayvanları çuvalı alıp ahtapotun karşısına çıkmışlar. Kraliçe Ahtapot getirilen çuvalı görünce sevinçten deliye dönmüş.
O kadar heyecanlanmış ki başına gelecekleri düşünememiş. Altın kolyeleri boynuna bilezikleri kollarına takmaya başlamış. Bir süre sonra taktıkları bileziklerden hareket edemez olmuş ama ahtapot o kadar aç gözlüymüş ki hepsini takmak istiyormuş. Takmış, takmış, takmış …
Ahtapot artık yavaş yavaş batmaya başlamış. Bir süre sonra iyice dibe batıp gözden kaybolmuş. Hayvanlar sevinçle birbirlerine sarılmışlar. Deniz kızına teşekkür edip, birlikte yaşamayı teklif etmişler. Deniz kızı ise yardım edebildiği için çok huzurluymuş. Güzel tekliflerinden dolayı teşekkür edip arada sırada ziyarete geleceğine söz vermiş ve kendi evinin yolunu tutmuş.
Ahtapot süslülüğü, bencilliği, acımasızlığı yüzünden suyun derinliklerini boylarken Altın Su Ülkeleri hayvanları huzurlu bir şekilde hayat sürmüşler.


SELİM’İN DENİZ MACERALARI
Selim çok yaramaz bir çocuktu. Bu yüzden başına hep iş açardı. Selin adındaki kardeşi Selim ‘in aksine çok usluydu. Annesi babasının sözünden hiç çıkmazdı . Babası İsmail Bey, komik ve biraz sakar ama becerikli bir adamdı. Annesi Ayşe ise çok becerikli ve hoşgörülü biriydi.
Bir gün denize gideceklerdi. Selin ile Selim bunun için çok heyecanlıydı. Ayşe Hanım Selim ve Selin ile konuşarak orada dikkatli davranmalarını ve sözünden çıkmamalarını tembih etti. Çocuklar annelerine dikkat edeceklerine ve sözünden çıkmayacaklarına söz verdiler. Herkes kendi sırt çantasını hazırladı ve yola koyuldular. Deniz kenarına geldiler. Burası palmiye ağaçları bulunan çok güzel bir sahildi. Selin ile Selim’e denize girmek için sabırsızlanıyordu.

Hemen mayolarını giyip denize girdiler. Selim simitle yüzebildiği için hemen simitini boynundan geçirip suya dalmak için hazırlandı. Annesi:
-Selim istersen bizi bekle oğlum. Birlikte girersek daha çok eğlenebiliriz, dedi. Selim:
-Ben sizi denizde beklemek istiyorum anneciğim. Ne olur izin ver.
-Peki oğlum, izin veriyorum. Ama hiç uzaklaşma sahilden.
-Söz veriyorum anneciğim, hiç uzaklaşmayacağım, dedi. Ve koşarak suya atladı. Annesi onu gülerek izledi. Selim suda bir süre oynadı. Su tertemizdi. Onu biraz korkutuyor olsa da
balıklara yakın olmak hoşuna gidiyordu. Suyun sıcaklığı insanı mayıştırıyordu. Dalga sesleri ona ninni gibi geliyordu. Gözleri kapanıyordu ama Selim gözlerini zorla açıyordu. Ve kendisi tutamayıp uykuya daldı.O uyurken su onu yavaş bir şekilde sürüklüyordu. O sırada düşünde, ailesinden ayrılıp bir adaya geldiğini görüldü. Ailesine sesleniyor ve sesini bir türlü duyuramıyordu. Bu korkulu rüyadan birden uyandı.
“Ohh! Neyse ki rüyaymış”, dedi. O sırada sahili ve ailesini göremedi. Sonra yabani bir kuşun sesine benzer bir ses duydu.
“Aaa! Neredeyim ben? Buraya nasıl geldim? Yoksa hala rüyada mıyım?”
Bu işin nasıl olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Acaba bağırsa ailesi onu duyabilir miydi?

-Anneciğiimmmmm! Babacığııımmmm! Seliiinnn! Neredesiniz?
Bir faydası yoktu kimse sesini duymayacaktı. Sahile yakın yerde su sıcak olsa da buralarda soğuktu. Üşümeye başlamıştı ve su hala sürüklemeye çalışıyordu. En iyisi adaya çıkıp orada beklemekti. Adaya çıktı ve kocaman bir taş bulup oturdu. Sudan çıktığı için artık daha çok üşüyordu. Yerde gezen farklı farklı böcekler onu korkutuyordu. Garip kuş sesleri artıyordu. Bir süre geçtikten sonra bir geminin geldiğini gördü. Gemi uzaktaydı ama belki onu görürlerdi. Şansını denemeliydi.
-Heeeyyy heeey! Beni de alın lütfen. Buradayım, diye seslendi. Ama gemidekiler onu duymuyor ve görmüyorlardı. Artık ümidini kaybetmeye başlamıştı. Havada bir kızıllık vardı.
Artık güneş gitmek üzereydi. Hava daha da soğumuştu.
Karnı da acıkmıştı. Ama beklemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Sahile doğru yüzsem mi diye düşünüyordu ama yanlış yöne doğru yüzerse ailesi onu hiç bulamayabilirdi. En iyisi oturup babasının onu bulmasını beklemekti.
Annesi yiyecek hazırlayıp Selin ile ilgilenmekten Selim’in gözden kaybolduğunu görmedi. Babası ise sahilde uyuyup kaldığı için o da Selim’i kontrol edememişti. Selin abisinin yokluğunu farketmiş ve ağlamaya başlamıştı. Anne ve babası o sırada çok telaşlanmıştı. Annesi:
-Nasıl olurda göremeyiz, diye kendi kendini suçladı. Bu arada babası hemen sahil güvenliği aradı ve durumu anlattı. Kısa bir süre sonra ailenin yanına ulaştılar. Selim ile ilgili bilgileri alıp tekneleriyle denize açıldılar.
İlk işleri denizdeki adacığa bakmak olacaktı. Çünkü akıntı o
yöne doğru gidiyordu. Çünkü ada sahile çok yakın bir mesafedeydi. Biraz sonra adaya vardılar. Tam da tahmin ettikleri gibi Selim’e benzeyen bir çocuğun taşın üzerinde oturmuş bekliyor olduklarını gördüler. Tekneyi kıyıya çekerken Selim biraz ürkerek yanlarına geldi.
– Merhaba Selim. Seni ailenin yanına götürmeye geldim. Selim buradan kurtulmak istiyordu ama bu adama güvenmiyordu. Hem babası tanımadığı kişilerle konuşma demişti. Selim:
-Sana güvenmiyorum. Sizinle gelmeyeceğim. Nasıl olsa babam beni bulur.
-Selim bana güvenebilirsin. Ben sahilin güvenliğinden sorumluyum. Polis gibi yani. Bak işte kimlik kartım, diyerek kimliğini gösterdi. Selim hala şüpheli şüpheli bakıyordu.
-Hem ailen arayıp seni bulmamı rica ettiler. Yoksa adını nereden bilecektim? Selim sonunda ikna olmuştu. “Tamam o halde“ dedi. Ve tekneye binip sahile doğru yol aldılar.
Annesi, babası ve Selin heyecanla Selim’in gelmesini bekliyorlardı. En sonunda teknenin sesi gelmeye başladı. Tekne göründüğünde Selim ‘in de içinde olduğunu gördüler. Sevinçle birbirlerine sarıldılar. Selim de onları görüp el sallamaya başladı. Az sonra tekne kıyıya yanaştı. Selim koşarak annesi, babası ve kardeşine sarıldı. Annesi:
-Ohhh! Şükürler olsun. Selimciğim bizi ne kadar korkuttun biliyor musun? Selim:
-Özür dilerim anneciğim senin sözünü dinlemeliydim. Çünkü isteyerek yapmamıştım. Uyuyup kaldığım için akıntı beni adaya götürmüş. Uyandığımda adada olduğumu farkettim. Ben de çok
korktum çokta üşüdüm. Sahil güvenliği:
-İsmail Bey çok akıllı bir oğlunuz var. Ben yabancı olduğum için orada yalnız kalsa bile gelmedi. İsmail Bey:
-Demek öyle, diyerek güldü. Annesi:
-Demek benim sözümü dinlemiyorsun babanın sözünü dinliyorsun, öyle mi, dedi ve hep birlikte güldüler.
-Özür dilerim anneciğim. Bundan sonra sözünden hiç çıkmam dedi.
Babası o sırada sahil güvenliğe teşekkür etti. Artık hava iyice kararmıştı. Birlikte çok güzel bir gün geçirdiler.
Selim o günden sonra hep söz dinledi ve bir daha hiç kaybolmadı.


BÜYÜKLERİN SÖZÜNDEN ÇIKMAYALIM !!!
Güneş masmavi parlıyordu. Hava oldukça sıcaktı. Pikniğe gitmek için harika bir gündü. Merve bugün çok neşeliydi. Merve 5. Sınıfa giden, kıvırcık saçlı, beyaz tenli ve birazcık yaramaz bir kız çocuğuydu. Merve ‘nin bir de ikizi Emre vardı. Emre de Merve gibi şımarık bir çocuktu. Babalarının adı Hakan, annelerinin adı ise Leyla’ydı. Merve, Emre’ye:
-Kardeşim ben pikniğe gitmek istiyorum. Annemle, babama söyleyeceğim, dedi.
-Aslında çok iyi bir fikir. Hava güzelken değerlendirelim, dedi.
Merve ile Emre Hakan Bey’in yanına gittiler. Düşüncelerini anlattılar.Hakan Bey:
-Aslında iyi fikir çocuklar. Anneniz mutfakta ona da sorun. O da olur derse gidelim, dedi.İki kardeş Leyla Hanım ‘ın yanına gittiler. Onunla da düşüncelerini paylaştılar.Leyla Hanım:
-Gerçekten hava çok güzel. Ama çok işim var. Zaten bir iki hafta sonra yaz tatili bitiyor. Yaz tatili bitmeden gideriz, dedi.
Çocuklar bu duruma çok üzüldüler. O akşam odalarından hiç çıkmadılar. Merve de, Emre de gece mutsuz uyudular.Sabah olunca herkes birbirine sarılıp öper ve “Günaydın” derlerdi. Ama ikisi de odalarından çıkmamıştı. Leyla Hanım ve Hakan Bey çocuklarının pikniğe gidemedikleri için çok üzüldüklerini anladılar. Ve gönlünü almak için bir çözüm yolu buldular.
Leyla Hanım çocuklarını kahvaltıya çağırdı. Merve ve Emre çok üzgün bir şekilde sofraya oturdular. Hakan Bey’de kahvaltı yaparken:

-Çocuklar biz biraz düşündük ve iki günlüğüne bir tatile gitmeye karar verdik. Kahvaltınızı yaptıktan sonra eşyalarınızı toparlayın. Hazırlanır sonra evden çıkarız, dedi.Merve ile Emre’de duyduktan sonra “Oleyy” diye bir çığlık attılar. Odalarına gidip valizlerini hazırlamaya başladılar. Valizler hemen hazırlandı.
Merve ile Emre heyecanla arabanın yanına inip beklediler. Biraz sonra annesi ve babası da geldi. Arabaya eşyaları yerleştirdiler. Yola koyuldular. Merve Yolda giderken:
-Babacığım kaç saate varırız, diye sordu.Hakan Bey:
-Kızım bir iki saate varırız, dedi.
-Bir an önce varalım artık, çok sabırsızlanıyorum, dedi.
Hakan Bey ve Leyla Hanım çocuklarının bu kadar mutlu olmasından dolayı çok sevinmişlerdi.
Artık piknik yapacakları yere geldiler. Hakan Bey arabayı güzel bir yere park etti. Arabanın içinden eşyalarını çıkardılar. İlk önce çadırı kuracaklardı. Emre ve Merve de yardım ettiler. Leyla Hanım evden getirdiği yiyecekleri ve meyveleri çıkardı.Merve annesinin yanına koşup ona yardım etti. Leyla Hanım Merve ‘ye yardımları için teşekkür etti. Artık onun yapabileceği işleri bitmişti. Merve:
-Anneciğim biraz Emre ile dolaşabilir miyiz, dedi. Leyla Hanım:
-Elbette kızım. Yalnız çok uzaklaşmak yok. Merve:
-Tamam anneciğim uzaklaşmayız dedi ve Emre ‘ye seslendi. Emre koşarak yanına geldi, birlikte dolaşmaya çıktılar.,
Merve ve Emre burayı çok sevmişti. Çeşit çeşit çiçekler mis gibi kokular yayıyorlardı. Kuşların sesleri bir harikaydı.

sırada uzaktaki bir ağaçta bir hareketlenme oldu. Emre:
-Şuraya bak kardeşim, dedi.
Merve ve Emre koşarak o ağacın yanına gittiler. Bu dalları hareketlendiren minik bir sincaptı.
Sincap, Merve ve Emre ‘den korkup o daldan diğer dala atlamaya başladı. Merve ve Emre sincabı korkutmak istemediler ama onu incelemek istiyorlardı.Bu nedenle onu takip etmeye başladılar. Merve bir ara arkasına döndü. Annesi çok arkada kalmıştı. Merve:
-Emreeeee! Artık gitmesek mi? Baksana annem çok geride kaldı.
-Merve annemlerin yine yanına gidebiliriz. Ama bu sincabı bir daha göremeyeceğiz. Hem baksana annemleri görebiliyoruz. Hadi kaçırmayalım şu şirin hayvanı.
Haklısın galiba, diyerek koşmaya başladı. Sincabın olduğu ağaca yaklaştılar. Sincap yeniden kaçmaya başladı. Sincap kaçtı çocuklar kovaladı. Sincap hem korkudan hem de koşmaktan titriyor gibiydi.Merve ve Emre ‘de sonunda yorulmuştu.Nefes nefese kalmışlardı. Sincabı kovalamaktan havanın karardığını, annelerinin bulunduğu yerden epey uzaklaştıklarını fark etmediler.Merve:
-Kardeşim ben çok üşümeye başladım, dedi.
-Kardeşim ben de çok korkuyorum, dedi.
-Sanırım annemlerden çok uzaklaşmışız. Ne yapacağız şimdi? Merve ve Emre ağlamaya başladılar. Birbirlerine sarıldılar. Babalarının onları bulmasını beklemeye karar verdiler. Leyla Hanım epey merak ettiti. Hakan Bey “gelirler birazdan” diyordu. Bir süre sonra Hakan Bey de telaşlanmıştı.
-En iyisi ben aramaya gideyim. Sen burada kal. Belki buraya gelirler, dedi. Leyla Hanım tedirgin bir şekilde beklemeyi kabul etti. Hava epey soğumuştu. Leyla Hanım yakmak için hazırladıkları odunları tutuşturdu. Ve ateşin başında yaşlı gözlerle beklemeye başladı. Hakan Bey bu sık ağaçlı ormanda biraz ümitsizliğe kapılmıştı.Bu karanlıkta çocukları bulması çok zor görünüyordu. Ufacık bir çıtırtı bile gelmiyordu. Yine de aramaya devam etti. “Merveee, Emreee…”
Merve ve Emre hem korkuyor hem de üşüyorlardı. O sırada bir duman fark ettiler.
-Kardeşim ne olduğunu görüyor musun? Kesin annemlerin oradan geliyor bu duman. Haydi o tarafa gidelim, dedi. Merve:
-Ya orada annemler yoksa, tamamen kaybolursak? Ben hiçbir yere gitmiyorum, dedi. Emre:

-Burada hareket etmezsek soğuktan donacağız. Hem ne kaybederiz ki zaten kaybolduk, dedi.
Merve ikna olmuştu. Birlikte dumanı gördükleri yere doğru yürümeye başladılar. Bir süre yürüdükten sonra dumana biraz daha yaklaştılar ama yorulmuşlardı. O sırada bir ses duydular. “Merveee Emreeee…” İşte bu babalarının sesiydi. Heyecanla bunların sarıldılar.
“Buradayız babaa” diye bağırmaya başladılar.Sonunda Hakan Bey de onları bulmuştu. Sevinçle sarıldı çocuklarına. İkisini de kucaklayıp öptü. Biraz sonra Leyla Hanım göründü. Koşarak yanlarına geldi ve sarıldılar.
Emre ve Merve anne ve babasından özür dilediler. Leyla Hanım:
-Bizi çok korkuttunuz çocuklar. Size bir zarar gelse biz ne yapardık?
-Anneciğim hatamızı anladık biz de çok korktuk, bir daha yapmayacağız. dedi.
Emre de tekrar özür diledi. O sırada Emre’nin karnından sesler gelmeye başladı. Açlıktan karnı guruldadı. Hepsi gülüştüler. “Haydi yemek yiyelim” dedi Leyla Hanım. Sofraya oturdular.
Emre ve Merve güzel sincabı heyecanla anlattılar. Karınları bir güzel doydu. Çok yorucu bir gün olduğu için hemen uykuları geldi. Uyumak için çadırlarına geldiler. O gece çok tatlı bir uyku çektiler. Çocuklar anne ve babalarının uyarılarını dikkate alıp sözlerinden hiç çıkmadılar.

BURAK NEDEN HASTA OLUYOR?
Bugün hava çok güzeldi. Kuşlar cıvıl cıvıl ötüyordu. Güneş sanki gülümsüyordu. Burak’ın içi kıpır kıpırdı. Burak derslerinde çok başarılı bir öğrenciydi. Okuldan gelince hemen ödevlerini yapardı. Ama Burak’ın kötü bir özelliği vardı. Çöpleri çöp kovasına değil yerlere atardı. Burak’a göre çöp kovaları her yerde yoktu ve çöp kovası arasında çöpleri elinde taşımak ona mantıklı gelmiyordu. Çöplerini elinde taşımak istemiyordu. Burak bu huyundan bir türlü vazgeçmemişti.
Aradan uzun zaman geçtikten sonra yaz tatili yaklaştı. Burak’ın karnesi çok iyiydi. Karnesinde yine tek olumsuz özellik olarak “Çevreyi korumalıdır.” yazıyordu.
Burak yaz tatilinde bir geziye gitmek istiyordu. Bu konuyu
annesine söyleyecekti. Hem karnem de çok iyi geldi, beni annesine ödüllendirmek isteyeceklerdir, diye düşünüyordu.Burak bu düşüncelerin üzerine:
-Anneciğim bir geziye gidemez miyiz?
-Oğlum bu konuyu akşam baban gelince onunla konuşalım.
Burak akşamı sabırsızlıkla bekliyordu. Burak’ın babası işten geldi. Burak heyecanla:
-Babacığım bir geziye gidebilir miyiz, diye sordu. babası:
-Bakalım oğlum, dedi
Burak geziye gitmeye çok istekli olduğu için babasının “hayır” demesinden korkuyordu. “Bakarız” demesi Burak’ı üzmüştü. Babası oğlunun çok istekli olduğu biliyordu fakat işleri çok yoğundu. Ümitlendirmek istemedi.
-Oğlum bu sene tatile gidemeyebiliriz. İşlerim çok yoğun. Bir daha ki sefere gideriz, dedi.
Burak çok üzülmüştü. Hemen kalkıp odasına gitti. O gece ağlayarak uyuyakaldı.O günden sonra hep böyle mutsuz uyuyup mutsuz uyanmış hatta yemek yiyemez olmuştu. Arkadaşları ile oyun oynamak için gelmiyordu. Babası her gün işe gidiyor ve işten geç geliyordu.
Bir akşam vakti babası işten yorgun geldi. Artık yemek yiyeceklerdi. Annesi yemeği hazırlıyordu. Babası Burak’ın bu üzgün halinin uzun süre devam ettiğini biliyordu. Yine üzgündü. Babası:
-Oğlum neden suratın asık?
-Yok bir şey babacığım.
Burak annesi ve babasına belli etmemeye çalışıyordu. Çünkü onlar da Burak’ın üzülmesini istemezlerdi. Demek ki gerçekten işleri vardı. Akşam televizyon izlerken babasının
telefonu çalmaya başladı. Babası telefonla konuştuktan sonra yüzüne ufak bir gülümseme yayıldı.
Telefondaki kişi önemli bir işin ertelendiğini söylemişti. Burak heyecanlanmıştı. Babası telefonu kapatır kapatmaz yanına koştu. Babası; işlerin bir süre ertelendiğini ve bu süreçte tatile süre ayırabileceklerini söyledi. Burak çok sevinmişti. Koşarak annesinin yanına gitti.
-Anneciğim biliyor musun, artık tatile gidebileceğiz. Çünkü babamın işleri azaldı, dedi. Annesi oğlunu ne zamandır bu kadar mutlu görmemişti. Bu durum onu sevindirdi.Babası:
-Bir kamp tatili yapalım mı? Ne dersiniz, diye sordu.
Burak kamp tatili hiç düşünmemişti ama bu durum onu heyecanlandırdı.
-Harika olur derim, diyerek bağırdı.Nerede kamp yapacaklarını, ne zaman gideceklerini, orada kaç gün kalacaklarını hep birlikte planladılar. Burak bu tatilin çok ilginç olduğunu düşünüyordu.Ertesi gün arkadaşlarına tatil planlarını anlatıp sevincini paylaşmıştı. Burak için sevinmişlerdi. Burak kıskanan arkadaşları için keyfini hiç kaçırmadı.
Evde hazırlıklar devam ediyordu. Çadırlarını aldılar. Herkes valizlerini hazırladı. Ertesi gün yola çıktılar. Burak yolda giderken şarkılar söyledi. İçi içine sığmıyordu. Gidecekleri yer hakkında bir sürü soru soruyordu. Yolda uyumayı çok sevse de heyecandan bir türlü uyuyamamıştı. Kamp alanına geldiler. Burak hemen arabadan fırladı ve ağaçların arasında koşmaya başladı. Burası çok güzel bir yerdi. Etrafta dolaşmadan önce anne ve babasına yardım etmeliydi.

Birlikte eşyaları arabadan indirdiler. Hep birlikte önce çadırları kurdular. Herkes acıktığı için annesi yemek hazırlamaya koyulmuştu. Burak:
-Anneciğim sana yardım edebilirim istersen, dedi. Annesi:
-Burakcığım sen biraz dolaşabilirsin şu an bir yardım edebileceğin bir şey yok, dedi.
Burak oyun oynamak zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Annesi:
-Yemek hazıırr, diye seslendi.
Burak çok yorgundu ve uykusu gelmişti. Bu yüzden Bir iki lokma alıp uyuyakaldı. Annesi ve babası onu çadıra götürdüler.
Burak süre sesler duyup uyanmıştı. Etraf çok sessizdi. Anne ve babası uyuyordu. Burak hiç kıpırdamadan gelen sesleri
dinliyordu. Bu sesler karnından geliyordu. Burak çok acıktığı için uyanmıştı. Uyumayı denedi ama bir türlü uyuyamadı. En iyisi hiç ses çıkarmadan kalkıp yiyecek bir şeyler bulmalıydı. Sessizce kalkıp yiyeceklerin bulunduğu çantanın yanına gitti. Burada birkaç yumurta, bir dilim peynir, ekmek, iki paket bisküvi, süt kutuları ve meyve suyu gereklidir.
Yumurta kıramazdı ama peynir ve ekmek yiyebilirdi. Hemen hazırladı. Boşalan peynir kutusu yere attı. Ama doymamıştı. Paketteki sütlerin bir tanesi açıp içti ve bitirdi. Onun kutusunu da yere attı. Bisküvileri de bitirdi. Karnı bir türlü doymuyordu.
Sonunda kutudaki tüm yiyecekleri bitmişti. Artık yatmak için çadıra dönebilirdi. O sırada ayağı bir poşete takıldı ve poşetteki her şey yere döküldü. Bu bir çöp poşetiydi. Ne kadar sevmese de toplaması gerekiyordu yoksa annesi kızacaktı. Yerdeki mindere oturup çöpleri toplamaya başladı. Biraz çöp topladıktan sonra sıkılıp bıraktı. Ayağa kalkarken topladığı çöpleri de döktü. Gidip çadırına yattı.
Sabah uyandığında karnı ağrıyordu. Annesi de uyanmıştı.
-Buranın hali ne, diye bir çığlık attı. Ama Burak’ın cevap verecek hali yoktu.
Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Yanına gidip eliyle ateşini kontrol etti. Burak ateşler içindeydi. Hemen toparlanıp Burak’ı en yakın hastaneye götürdüler. Burak’ın ateşi düştü ve kendine geldi.
Burak neden hasta olduğunu bir türlü anlayamamıştı. Doktorlar Burak’ın mikrop kapmış olduğunu ve temizliğine dikkat edilmesi gerektiğini anlattı. Burak dün gece yere attığı çöpler yüzünden mikrop kapmıştı. Burak:
-Anneciğim ben dün gece çok acıkmıştım. Bir şeyler yedim ama yediklerimi hep yere attım, çöp poşetini de yere döktüm, özür dilerim, dedi. Annesi:
-Burakcığım keşke beni uyandırsaydın. Ben sana yerlere hiç çöp atmadan yiyecek bir şeyler hazırlayabilirdim.

Bundan sonra tek basına yapamayacagın bir durum olursa bana söyleyebilirsin. Ayrıca ellerini sık sık yıkamalı ve çöplerini çöp kutusuna atmalısın. Bundan sonra bunlara dikkat edersen bir daha mikrop kapmazsın, dedi.
-Evet anneciğim. Bundan sonra dikkat edeceğim, dedi.
Hastaneden çıkıp tekrar kampta döndüler. Aceleden hiçbir yer toplanmamıştı. Her yer çöp içindeydi ve pis bir koku vardı. Burak dökülen çöplerin yanına gitti. O sırada bir tane böceğin çok yavaş hareket ettiğini gördü. Galiba çöplerden yüzünden o da hastalandı diye düşündü. Çöplerin yanında birkaç tanede ölmüş karınca vardı. Burak bu çöplerin sadece ona değil tüm canlılara zarar verdiğini anladı. Ve bir daha hiç yerlere çöp atmadı.


KÜÇÜK YAZAR
Sıcak bir yaz gününde bahçedeki ağacın altında kitap okuyor. Mine 11 yaşında mavi gözlü, siyah saçlı, kısa kahküllü, zayıf, uzun boylu ve yardımsever biriydi. Herkese yardım eder, sık sık huzur evine giderdi. Hiç yalan söylemezdi.
Mine, Yeşim, Mert ve Cömert çok iyi arkadaşlardı Yeşim orta boylu, kahve rengi gözlü, zayıf, gözlüklü, uzun saçlı ve kumral renkte saçları olan bir kızdı. Yeşim de dürüst ve yardımsever bir insandı.
Mert ve Cömert ikizlerdi. Yüzleri neredeyse aynıydı. Mert ve Cömert siyah saçlı, yeşil gözlü, zayıf, dürüst ve yardımsever iki kardeş idiler. Bazen kavga etselerde iyi anlaşıyorlar, birbirlerini çok seviyorlardı. Ne de olsa onlar ikiz kardeştiler.
Mine ağacıın altında kitap okurken annesi seslendi;
-Kızım hadi gel yemek yiyeceğiz.
-Tamam anne geliyorum.
Mine’nin annesi Çiçek Hanım ev hanımı, babası Sadık Bey öğretmendi. Mine babası öğretmen olduğu için çok şanslıydı. Çünkü anlamadığı bir konu hakkında hemen babasına soruyordu.
Mine mutfağa gidip annesine yardım etti. Yemeğe oturdular, sohbet etmeye başladılar.
-Anne, ben bir kitap yazmak istiyorum. Bana yardım eder misin?
-Tabi ki yardım ederim. Ama neyle ilgili kitap yazacaksın?
-Ben hikaye kitabı yazmak istiyorum. Ama şiirleri de çok seviyorum.

-Şiirlere ilgi duymana sevindim. Şiirler insanların duygularını dile getirmenin en güzel yoludur. Ama ben hikaye yazmanı öneriyorum. Çünkü hayal ettiğin her şeyi hikayelerinde canlandırabilirsin.
-Haklısın anneciğim zaten ben ileride büyük bir yazar olmak istiyorum. Bunun için çok çalışmam gerekiyor.
-Evet yavrucuğum, ne demişler; Çok okuyan çok bilir. Sende yapacakına inanıp çok çalışırsan her şeyi başarabilirsin.
-Teşekkürler anneciğim, neyse ben bugün çok yoruldum uyumak istiyorum.
-Tamam kızım iyi geceler.
Sabah Mine annesinin çağrısı ile uyandı. Kahvaltısını
yaparken bugün arkadaşları ile piknik yapacakları aklına geldi. Kahvaltısını yaptıktan sonra Yeşimlere gidip Yeşim’i çağırdı. Ordan birlikte Mert ve Cömertlerin evine gittiler. Birlikte pikniğe gidip doyasıya oynadılar.Mine kitap fikrini arkadaşlarına da söyledi. Onlara fikirlerini sordu, herkes hikaye kitabı yazmasını söyledi. Biraz daha oynayıp evlerine döndüler.
Sabah uyandığında Mine sevinç içinde kalktı. Herkes sofrada onu bekliyordu. Doğum gününü akşam kutlayacaklardı. Sonunda akşam oldu. Ama herkes sakindi. Babası gazete okuyor, annesi televizyon izliyordu. Sonra annesi mutfağa gitti. Arkasından da babası mutfağa gitti.Daha sonra “İyi ki doğdun Mine” diye şarkı söyleyerek içerye girdiler. Mine çok mutlu
oldu. Herkes onu alkışladı. Pastalarını yediler, sıra geldi hediyeleri açmaya.
Annesi ve babası Mine’ye hediye olarak çok sevdiği bir yazarın bir hafta sonraki imza gününü armağan ettiler. Mine çok mutlu oldu neredeyse sevinçten havalara uçacaktı. Mine imza gününü dört gözle bekliyordu. 2 gün kalmıştı, sabırsızlanıyordu.
Sonunda iki gün geçti Mine kahvaltısını yaptı artık imza almak için sıradaydı. Çok sevinçliydi sıra ona geldi;
-Senin adın ne bakalım?

-Mine, efendim. Ben sizin kitaplarınızı çok beğeniyorum.
-Sen büyüyünce ne olmak istiyorsun?
-Ben büyüyünce sizin gibi büyük bir yazar olmak istiyorum.
-Çok iyi bir yazar olacağına inanıyorum. Hatta ilk kitabıma başladım. Küçükken annemin bana okuduğu masalların ve hikayelerin yazar olmamda büyük etkisi vardır.
-Hikaye yazmak zamanla oluşuyor.Yazmadan önce günlük tutun, onlar ileride yazacağınız hikayelere yardımcı olacaktır.
Hayalinizde karakterler oluşturun ve onlarla iletişim kurun, gerekli olayları, bulunduğunuz ortamların detaylarını o hayali karakter ile paylaşın.Benim küçük yaşta tuttuğum günlükler en büyük yardımcım oldu.
Mine yazarın söylediklerini hiç unutmamıştı. İşe günlük tutmakla başladı.
Birkaç ay sonra okulda bir kitap yazma yarışması başladı. Bu yarışma Mine’nin hayallerini incelemek için bir fırsat olabilirdi.Yarışmaya katıldı, okudu, araştırdı, hayal etti ve birleştirip satırlara döktü. Kitabı yazmayı bitirip teslim etti. Heyecanla sonuçları beklemeye başladı. Aradan bir hafta geçti ve nihayet sonuçları açıklandı. Mine 1. Olmuştu hem çok sevindi, hem de çok şaşırdı. Bu kadar başarılı olabileceğini beklemiyordu. O artık okulun küçük bir yazarı olmuştu. Hediye olarak kitabı bastırıldı ve Mine sevinçten havaya uçuyordu. Öğretmenler, arkadaşları ve bütün sevdikleri ondan imzalı kitap almak için yorumlardı.
Annesi ve babası bile…



MERAKLI CAN
Can, çok meraklı bir çocuktu. Bu merakı yüzünde başı sürekli derde giriyordu. 2. sınıfa gidiyordu. Can, arkadaşlarıyla iyi geçiniyordu. Ama onunla olduklarında hep başlarına iş aldıkları için aileleri, Can ile çocuklarının görüşmesini istemiyordu.
Bir kez robot maketi yapmak istediğinde camı kırmıştı. Kulübe yapmak istediğinde de eline çivi batmıştı. Yarış arabası yapmak istediğin ise elini kesmişti. Şimdi de uzay merkezi yapmak istiyordu. Bu uzay merkezi, kocaman ve bahçesi çok geniş olacaktı. Annesi ile babasından izin istedi. Babası:
– Şimdi çok işim var, sonra yaparız, demişti.
Okula gittiğinde Onur ‘u gördü. Ona hemen durumu anlattı. Can sabırsızdı. Bahçeye uzay merkezini kurmak istiyordu. Fikrini herkesle paylaşmak istiyordu.Onur yardım etse, başka hiç kimseye gerek kalmadan yapabilirdi. Hem babasına sürpriz gerekiyor. Onur’dan yardım istedi. Fakat Onur, başına alacağı işleri düşünüp bu teklifi reddetti. Can üzüldü, ama olsun, tek başına da bunu yapabilirdi. Eve gidince plan yapmaya başladı.
– Madem Onur bana yardım etmiyor, ben de tek başıma yaparım, dedi.
Malzemeleri almak için pazara gitti. Bazı aletleri babasından aldı. Tornavida, çivi ve çekiç gibi şeyler aldı. Eve dönünce aldıkları şeyleri sakladı. Sonra akşam yemeği için masaya oturdu. Yemek yemeye başladılar. Annesi ve babası:
– Ne oldu dediler. Cevap vermedi. Annesi:
-Can, yorgun görünüyorsun, sana ne oldu, dedi.
– Bir şeyim yok anne, çok uykum var, yemek yiyecek halim yok, dedi Can, kurtulmak için koşarak odasına gitti.
” Oh be, ucuz atlattım! dedi.
Annesi ve babası şaşkın şaş kın olduğunu gösterirlar. B abası:
-Yine bir şeyler karıştırıyor, dedi.
Can odasına çıkınca plan yapmaya başladı. Hemen çalışmaya başlasa annesi ya da babası birden içeri girip ona kızabilirlerdi. En iyisi uyumalarını beklemekti. O sırada yapacağı uzay merkezini hayal ediyordu. Sonunda ses gelmiyordu. Galiba uyumuşlardı. Ama emin olmalıydı. Sessizce odasından çıkıp yatak odalarına doğru yürüdü. Odanın ışığı kapalıydı. Demek ki uyumuşlardı.

Sessizce odasına geri döndü. Hemen malzemeleri çıkardı. İlk önce bulduğu tahta parçalarını çivilerle birleştirmeliydi. Çivileri çıkardığında hepsi birden yere saçıldı. Anne ve babası uyanmış olabilirdi, hemen ışığında kapatıp bir süre bekledi.Ama hiç ses gelmiyordu. ” Galiba uyanmamışlar. ” deyip işine devam etti.
Çivileri çakmaya başladı. Ama bir çivi çakıyor, bir tahta yamuluyordu. Bu ne kadar zor bir işti. Ama başarabilirdi. Bir eliyle çiviyi, bir eliyle çekici tuttu. Çiviye vurmaya başladı. Çiviye vuracakken parmağına vurunca acı içinde
bağırdı. Parmağı şişmişti. Ama pes etmeyecekti. Sonunda çiviyi çakmayı başardı. Daha bunun gibi sekiz tane tahta vardı. Oyalanmadan devam etmeliydi. İkinci tahtayı aldı. Tahta birden elinden kaydı. Açık olan pencereden aşağıya fırladı. Can, panikle pencereden bakmaya kalkınca ayağında bir acı hissetti. O sırada tahta, köpek kulübesinin üstüne düşmüş ve köpek havlamaya başlamıştı. Can ağlamaya başladı. Anne ve babası gelen seslerle uyandılar. Babası önce eve hırsız girdiğini düşündüler. Can ‘ın çığlıklarını duyunca hemen odasına koştular. Canın ayağındaki çiviyi görünce odanın haline hiç bakmadılar. Babası hemen Can’ı kucakladı.Annesi arabanın anahtarını aldı. Can’ı hemen hastaneye götürdüler.
Hastanenin acil durumda Can için bir sedye getirdiler. Can çok korkuyordu. Doktor çiviyi ameliyatla alabileceğini söyledi.

Can daha fazla korkmaya başladı. Keşke tek başına böyle büyük işlere kalkışmasaydı …
Can’ı hemen ameliyata aldılar. Gözlerini açtığında ayağı sarılıydı. Annesi başucundaydı.
– Uyandın mı canım oğlum. Çok şükür iyisin, deyip oğlunu öptü.
– Anneciğim, canım yanıyor, dedi. O sırada babası içeri girdi. Oğlunun uyandığını görünce ona sarıldı.
– Babacığım, seni bekleseydim bunlar başıma gelmeyecekti. Sizi üzdüğüm için özür dilerim. Hep yaramazlık yapıyordum. Ama bu ameliyat bana iyi bir ders oldu, dedi.
– Hatanı anlaman çok güzel bir davranış. Artık dikkat edeceğine inanıyorum, dedi.Babası dışarı çıkıp beş dakika sonra elinde kocaman bir hediye paketiyle içer girdi.

– Hatanı anladığın için ve bir daha yapmayacağını bildiğimiz için sana bir hediye aldık. Can çok sevinmişti.
– Çok teşekkür ederim, haydi hemen açalım!
Hediye paketini açtılar. Tam yapmak istediği gibi bir uzay merkezi, çıktı. Can çok sevinmişti. Annesine ve babasına tekrar teşekkür etti.
Birkaç gün sonra hastaneden çıktılar. Can, uzay merkezini bahçenin en sevdiği köşesine koydu. O sırada bir çivisinin düştüğünü gördü.
Hemen koşup çekici getirmeliyim, dedi. Sonra ayağına bakıp ve hemen vazgeçti.
Sanırım babam işten gelince ona söylesem daha iyi olacak, dedi.Bir daha böyle tehlikeli işlere kalkışmadı.

SABIRSIZ TIRTIL
Küçük tırtıl, yumurtasından çıktığında annesini gördü. Annesinin güzelliğine hayran kaldı. Kendisinin de aynı annesi gibi rengarenk kanatları olduğunu düşünüyordu. Annesi küçük tırtılını sevip okşadı.
-Canım yavrum, uzun zamandır seni bekliyordum, dedi. Anne kelebek, yavrusunu kanadının üstüne alıp suyun kenarına kondu. Küçük tırtıl üzerinden,
Aa! Annem uçabiliyor. O uçuyorsa bende uçarım. Beni niye kanadında taşıyor ki? Herhalde küçük olduğum için yorulmamı istemedi, dedi. Suyu ilk kez görüyorum.
Merakla suya eğilip nasıl olduğuna bakmak istedi.
-Benim kanatlarım yok üstelik sana hiç benzemiyorum!
-Biliyorum yavrum. Benim gibi kanatlarının olması için biraz

sabırlı olman gerekiyor. Bir gün kendi etrafına “koza” dediğimiz bir elbise öreceksin. Bunun için biraz zamana ve güçlenmeye ihtiyacın var.
-Peki anneciğim elbisemi ördükten sonra mı kanatlarım olacak? Hiç bir şey anlamadım anneciğim.
-Evet yavrum, öyle de diyebiliriz.Sen o elbisenin içindeyken hiçbir kelebeğinkine benzemeyen kanatların oluşacak. Tırtıl, annesinin söylediklerine tam olarak anlamasa da kanatlarını düşününce heyecanlanmıştı… Annesine:
-O zaman hemen ağacımıza gidelim anneciğim.Vakit geçirmeden kozamı örmek, senin gibi uçabilmek istiyorum.
Hadi hemen gidelim. Anne kelebek yavrusuna:

-Henüz değil benim tatlı tırtılım. Durum küçük tırtılın hiç hoşuna gitmemişti… Güzel bir kelebek olmak için sabırsızlanıyordu. Günler günleri kovaladı. Tırtıl çok yemeye ve şişmanlamaya başladı. Annesi:
-Hadi bakalım yavrucuğum.Kozanı örme vakti.
Tırtıl çok heyecanlandı.
-Anneciğim seni çok seviyorum.Seninle kelebek olduğumda görüşürüz canım annem. İkisininde gözleri dolmuştu.
Anne tırtıl çocuğunun nasıl bir kelebek olacağını merakla bekliyordu.
Yavrusunun kozasının başında uyuyup kalan anne bir çıtırtıyla irkildi.Sesler kozadan geliyordu.Çok heyecanlandı.Yavrusunu çok özlemişti.Yavrusuna baktı. Rengarenk bir kelebek olarak karşısındaydı.Annesi:
-Yavrum çok güzel olmuşsun dedi.
Az sonra koza tamamen parçalandı.Beyaz kanatlarının üstünde turuncu, yeşil ve mor noktalar vardı. Küçük yavru devrilip durdu.Annesi buna kahkahalarla güldü.Yavru kelebek bu duruma üzülmüştü.Bu kanatları taşımak ne kadar zormuş diye düşündü.
-Anneciğim neden senin gibi uçamıyorum, dedi. Kanatlarım da var fakat devrilip duruyorum.Hemen göl kenarına gidip nasıl göründüğüme bakmak istiyorum dedi.Annesi,
-Acele etme yavrucuğum.Biraz çaba göstermen gerekiyor. Sabırlı olmalı, paniğe kapılmamalısın.Yavru kelebek sabırsızca kanat çırpmaya çalışıyordu. En sonunda pes eden yavru kelebek ağlamaya başladı
-Neden başaramıyorum anne? Galiba hiç uçamayacağım.
Annesi:
-Sabırlı olur ve çalışırsan kısa zamanda uçacaksın yavrucuğum. Haydi tekrar deneyelim.Sonunda kanatlarını çırpmayı başarmış, geriye bir tek uçmak kalmıştı. Ama bu seferde uçamıyordu. Annesi:
-Hemen ümitsizliğe kapılma yavrucuğum dedi. Haydi bir daha dene.
Küçük yavru annesinin söylediklerini dikkatle dinledi.Tüm gücünü toplayarak tekrar denedi. Biraz sonra yaprağın üzerinden yükseldi.
-Artık uçabiliyorum, diye bağırdı. Fakat dengesini kaybederek bir yaprağın üzerine düştü.
-Öffffff hep düşüyorum! Ne kadar zormuş anneciğim.
-Anneciğim sanırım yapamayacağım.Annesi yavrusunun umutsuzluğa kapıldığını anladı.
-Merak etme yavrum, başaracaksın.Sadece birkaç kez daha denemen gerekecek.
Fakat başarılı olamadı.Çok çalıştığı için yorgun düşmüştü.Hemen uykuya daldı.
Rüyasında kırların, üzerinde uçtuğunu gördü. Sabah uyandığında heyecanlıydı.Annesiyle yeniden uçmayı deneyecekti. Fakat korkuyordu. Tüm cesaretini toplayıp kanatlarını çırptı. Artık uçuyordu..Annesiyle tıpkı rüyasındaki gibi uçtular.Kırlarda pek çok kelebekle tanıştılar. Arkadas oldular,
oyun oynadılar, çiçeklere kondular, uçma yarışması yaptılar.Küçük kelebek günün Sonunda anladı ki Sabırlı olup çalışırsak başarabiliriz.Annesine sarılıp destek oldugu icin teşekkür etti.Bundan sonra hiçbir işte acele etmedi. Hep sabırlı davrandı ve çalıştı.

Published: May 12, 2020
Latest Revision: May 20, 2020
Ourboox Unique Identifier: OB-823742
Copyright © 2020