GENÇ YAZARLAR by yasemin - Illustrated by FATMA ÖMER LÜTFİ ARITAN PROJE EKİBİ - Ourboox.com
This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

GENÇ YAZARLAR

by

Artwork: FATMA ÖMER LÜTFİ ARITAN PROJE EKİBİ

  • Joined Jun 2019
  • Published Books 1

       Değerli okurlarımız,
       Aylar boyu süren yoğun, yorucu, özverili ve fedakârca yapılan çalışmaların bir ürünü olan eTwinning Saat 20.00’de 20 Dakika proje ekibinin hazırladığı FÖLAL Genç Kalemler dergisini sizlerle buluşturmanın mutluluğu içerisindeyiz. Her sayfada ayrı bir emeğin yer aldığı, düşünmenin ve ortak
çalışmanın ürünü olan dergimiz, tamamen öğrencilerimizin özgün eserlerinden oluşmaktadır.
        2018/2019 eğitim-öğretim yılı birinci dönem sonu okulumuzda benim yürütmeye başladığım eTwinning projesiyle birlikte öğrencilerde ve ailelerinde okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılmış ve ailelerimizde saat 20.00’de 20 dakika okuma geleneği başlatılmıştır. Projeyle birlikte okuma alışkanlığı edinen öğrencilerimizde, düzenli kitap okumanın sonucu olarak, edebi metin yazma yeteneklerini,geliştirerek özgün ürünler ortaya koydular. Yazdıkları eserlerle il ve ilçe çapında düzenlenen yarışmalarda dereceler elde ettiler.         İlkleri başarmak için çıktığımız bu yolculukta ,okulumuzdaki  ilk eTwinning projesini yürütmekle kalmayıp, projemizin ürünü olan okulumuz adına çıkan ilk dergiyi de hazırlamanın mutluluğunu duymaktayız.

          eTwinning Saat 20.00’de 20 Dakika Projesinin kazanımlarıyla ortaya çıkan dergimizi hazırlayan, yazılarıyla, şiirleriyle katkıda bulunan proje üyesi tüm öğrencilerimize teşekkür ederiz. Bu emeklerin karşılığı hiç şüphesiz; siz kıymetli okurlarımızın takdir ve beğenisi olacaktır.
                                                              YASEMİN ATİK
                                                      PROJE KOORDİNATÖRÜ

2

                                 SON TREN
Kırık dökük kaldırım taşları ayaklarıma batıyor, göz kapaklarım bana inat kapanıyor. Açılmaları için zorluyorum onları ama iflas etmiş gibiler. Benim de ailemi düşürdüğüm hal gibi, o mereti içtiğimde düştüğüm durum gibi…
Onun zararlı olduğunu elbette biliyorum. Önümdeki yollar ayaklarımın altından kayarken bunu düşünüyorum. Kendimi bir kum saatinin içinde hissediyorum. Her bir dakikada tükeniyorum, her bir dakikada ölüyorum. Sonra kum saati tersine dönüyor ve ben yine yavaş yavaş ölüyorum. Gözlerimi güneşin doğuşuna çevirdim. Bulanık gören gözlerim ışıkla kamaştı, çünkü karanlıklara alışkınım ben. Hayatımda farklı olan tek renk beyazdı benim için. Beyaz tozlar, beyaz haplar ve son, beyaz bir kefen. Sonumun bu olacağını biliyorum. Sonumu bilmek gerçekten acı ve bu durum bende tuhaf bir şekilde kahkaha atma isteği uyandırıyor. Beynimde çiyanlar dolaşıyor yine ve gözlerimin önüne ağ yapıyor örümcekler. “Bu sefer kendimi hangi kuyuya atsam acaba?” Tabi ki cevap kaldırımlar. Soğuk, kirli ve yamuk taşlar. Onlar benim döşeğim. Onlar, ailesini bir uyuşturucu parası için terk etmiş Halit’in yoldaşları. Gözlerim o örümcek ağının izin verdiğince görebiliyor. Tuhaf şekillerin arasında seçebildiğim tek şey insanların kaldırıma yıkılmış benden kaçması, annelerin çocuklarını kucaklarına alıp kafalarını sinesine gömmesi. Ama ben bunlara yabancıyım. Yorgunluktan başka hiç bir duygu hissetmiyorum. Tek istediğim kum saatinde kapana kısılmış ve tükenmekte olan beni kurtarmanız. Hiç mi ümit yok? İpin inceldiği yerdeyim, ya kurtarılacağım ya da kopacağım. Kulaklarımda bir uğultu var, tanıdık. Sirenler, miyavlamalarıyla kulaklarımı tırmalayan sokak kedisi, ayak sesleri… Gözlerimi açmaya çalıştım. Nihayet ağların birkaçı kopmuş. Önümde duran birkaç polis arabasına baktım. Orta yaşlı bir adam kolumu tutmuş kaldırıyor, engelleyecek halim bile yok. Rüzgârda savrulan binlerce tozdan biriyim. Polis arabasına bindim. Ortadayım, iki yanımda polis biraz uzağımda olan cama bakıyorum. Yağmur çiselemiş, arabalar sıkışmış yollara. Ağaçları hızlı bir şekilde geçiyoruz. Kendimi onlara benzetiyorum. Hayatı hızlı yaşıyoruz, daha doğrusu hızlı bitiriyoruz. Bunları düşündükçe aklıma annem geliyor. Yapma, derdi sürekli. “Yapma, içme, etme, bırakırsın, ben senin yanındayım…” Bırakmadım, yapamadım, istediğim zaman bırakırım sandım ve içtim. Tükendim o beyaz bataklıkta, bir hiçliğe hapsoldum.
“Bilmiyorum yeniden en baştan başlayabilir miyim?” Ah! Olamaz sesli düşünmüşüm. Sürücü koltuğunda oturan polis bana bakmadan sorumu cevapladı:
“Yeniden en baştan başlamak, aslında çok kolay biliyor musun? Çünkü her gün doğumu temiz bir sayfadır, başlamak için gerekli olan tek şey güneşin doğuşudur bence. Yeniden başlamak en iyi trendir. Bence kaçırma, bir müddetten sonra o tren için bir bilet bile alamazsın.”
Cümleler, uyuşuk bir ihtiyar olan beynimi açıyor. En baştan başlamak… O trene binmeyi başarabilir miyim gerçekten? Polis merkezine girdik. Artık sırasını ezbere bildiğim birkaç işlemden sonra bırakıldım. O polisi bulmam lazım. Koridorlara baktım, köşede bilgisayarın başındaydı. Yanına gittim. Bana baktı ve tebessüm etti.
“O treni kaçırmak istemiyorum.”
“ O zaman biletleri erkenden alalım.”
Gülümsedim. Şimdi daha çok inanıyorum anneme ve o kum saatinden çıkacağım güne. Başkalarının beni kurtarmasını bekleyemem, kendi ipimi kendim kurtarmalıyım. Ve o beyaz bataklıktan kurtulduğumda benim için yeni bir güneş doğacak. Ve ben o gün ailemle aynı trende yolculuk yapacağım.
                                                                      Beyza C.

3

GÜNEŞ BİR GÜN DE BİZİM İÇİN DOĞAR
Nöbetçinin haberi üzerine Yüzbaşı Süleyman, dürbünü boynundan çıkardı. Bugün bir başka kan kokusu çekiyordu topraklar. Geceyi yutuyordu koskoca deniz. Bu durumu görmek için dürbüne ihtiyaç yoktu zaten. Sade bunlar değildi mesele, şehirde de olaylar iç karartıcıydı. Millet ikiye bölünmüş durumdaydı. Manda ve himayeyi savunanlar ortalığı kasıp kavuruyordu. Ah bir de şu Yunanlılar bitmek bilmez bir hastalıktı sanki. Bütün toprağı kana buluyor, aynı zamanda kana doymuyorlardı.
Yüzbaşı Süleyman kafasını yana doğru çevirdi. Şafak vakti daha sökmemişti. Arkadan bir ses işitti:
“ Yine erkencisin Süleyman. Gözlerindeki dert nedir ki seni bu saatte uyandırdı?”
Bu ses, onun tabur arkadaşı Osman’ındı. Yakınlardı sonuçta. En uzun günleri, barut kokulu geceleri bir olmuştu. O da aynı üslupla devam etti:
“ Belli ki o dert seni de uyutmamış. Senin gözlerindeki uykuyu bu saatte kaçıran nedir? ”
Osman iki adımda Süleyman’ın yanına vardı. Bu sefer biraz durgunlaşıp ciddiye bindi.
“ Denizler yine hainlik yapıyor değil mi? “
“ Evet!” dedi denize bakarak. Duman sardıysa denizi, belliydi bu gemilerin geleceği. Osman derin bir nefes alarak sordu:
“ Ne zamandır buradayız Süleyman? Kartlaştık sanırım. “ dedi acı bir gülümseme içinde.
“ Bilmem, saymayı bırakalı uzun zaman oldu. “
“ Peki ya ailen? Onlara ne oldu?”
Sustu önce Süleyman, uzaklara daldı:
“ Ben onları Allah’a emanet ettim. Sadece hırkamı alıp buraya geldim. “
Osman buruk bir şekilde tebessüm etti. Ağzını açıp kapatıncaya kadar hemen yanıbaşlarında bir gürültü meydana geldi. Ve alevler toprağı kavurdu. Osman ve Süleyman yana devrildi.
Ardından yine o kulakları delecek kurşun sesleri. Birbirini kovalıyordu vızıltılar. Ve yine muharebe ediyordu askerler. Çok geçmedi Süleyman ve ben süngülerimizi takıp düşmana doğru koştuk. Düşman ise delirdiğimizi düşünüyordu. Değerdi gerekirse bir avuç toprağa, bir bayrağa ve namusa. Süleyman’a baktım. Artık alışmıştık, her seferinde ölüme bir kurşun kadar hızlı gidiyorduk. Cepheye geçtik. Süleyman tüfeğini torbaların arasına sıkıştırdı. Düşmanın iniltisini duyamıyorduk ama ölüyorlardı, bu acıyı hissedebiliyorduk. Tek tek vuruyorduk. Ama iş o bombalara gelince tıkanıyorduk. Yine öyle oldu cephenin sağ tarafına düşen ateş ortalığı cehenneme çevirdi. Neyse ki sol taraftaydım. Bir dakika! Sağda Süleyman vardı. Beynimin uyuşmasını umursamayarak ayaklanmaya çalıştım. Barut kokusu genzimi yakıyordu, kulaklarım sesleri uğultulu duyuyordu. Bedenimi sağ tarafa doğru yönlendirmeye çalışıyordum.
Bacaklarımı hissettim, sızlıyordu. Ayağa kalktım tüm bedenim iflas ediyordu. Sağ tarafa topallayarak yürüyordum.
Bombanın etkisiyle cephe dağılmıştı. Neresi sağ, neresi soldu bulamıyordum. Gittiğim yolda ışık var mıydı mesela. Hayır, düşmanın barut kokusuyla hapsolmuştu her şey. Ayaklarım istemsizce her yöne gidiyordu Süleyman’ı bulma umuduyla. Kulaklarım yeni yeni açılıyordu. İlk duyduğum ses taşların büyük bir şiddetle havaya saçılması ve sonra başıma yağmasıydı. Dudaklarımı zar zor kıpırdatabildim:
“ Sü-leey-mmaan!”
Adımlarım hızlanmaya başladı. Kulaklarım duymaya, ağzım bağırıp Süleyman demeye başladı. Gözlerimi açamıyordum. Dumanlar, barutlar, toz parçacıkları buna engel oluyordu. Koşuyordum. Nereye bilmiyordum. Bir kaosun ortasında gibiydim. Ve artık serap görüyordum görmeyen gözlerimle. Bir vızıltı yakaladı peşimi, sırtımdan vurdu. Acısı sonradan belirdi. Nefes almam zorlaştı. Cebimdeki bıçağı kavradım. Kocaman bir cüsseye fırlattım arkadan. Yolumdan döndüremezdi bir kurşun beni. Ağzımdan kan gelse de giderdim yine ben, gittim. Karanlığa gittim. Artık hangi cephedeyim bilmiyordum. Onların sınırı mı bizim sınırımız mı kestiremiyordum. Kestirdiğim bir şey varsa o da şuydu: Ayaklarım toprağa değil kemiğe bürünmüş pürüzlü tabakalar üzerinde yürüyordu. İrkildim, ya bastığım Süleymansa diye düşünürken birden bir inilti işittim. Sesin geldiği yöne doğru koştum. Yanına vardım. Gözlerim çok kısa bir zamanda açılıp kapandı. Bu süre içinde onun Süleyman olduğunu fark ettim. Süleyman’ı sırtıma aldım. Bilmediğim insanları çiğnedim. Sırtımdan kan akıyordu. Süleyman’da öyleydi. Ellerimin çok değişik bir şekilde ıslandığını hissettim.
“ Az kaldı kardeşim sabret. “
“ Zaman yok Osman, zaman daralıyor.”
Osman sırtındaki sızının yüküyle iki dizinin üstüne çöktü. Süleyman da dizlerinin üstüne devrildi. Şimdi hellallik zamanıydı:
“ Ailen, onlara ne oldu demiştin ya? Asker olduktan üç yıl sonra Yunanlılar’ın saldırısına uğradılar. Karım, bebeğim, anam, babam öldürülmüş. O zamanlar rütbeli değildim. İzinde öğrendim. O eve gidemedim. Soğuk duvarlar yerine dumanlı denizleri tercih ettim. Bunu sana anlatamadım. Kabullenemedim içimdeki boşluğu, kabullenemedim kırkı çıkmamış kızımın ölmesini, kabullenemedim anamın babamın hakkını alamadan ölmelerini, karımın namusuna el uzatılıp öldürülmesini kabullenemedim. Onlarla helalleşemedim. Ama şimdi senden helallik almak farz, hakkını helal et Osman. Düşman yaklaşıyor, elinde silahıyla vurmadan önce hakkını helal et Osman!
Ağlıyordum. Toprağımın ne halde olduğuna ağlıyordum. Bir tetik sesi işittim. Başımda Azrailin belirdiğini hissettim. Gözlerimi açtığımda güneş her yeri aydınlatıyordu. Başımdaki adam anlamadığım şekilde konuştu. Korkusuzca ona baktım. Etrafıma ve Süleyman’a. Askerler çamura karışmış, toprak kana bulanmıştı. Kendi bayrağımın dalgalandığını gördüm. Süleyman’a baktım her yeri kandı.
“ Bak Süleyman, bir gün güneş bizim için doğacak demedim mi? Hakkını helal et Süleyman, hakkını helal et. “
“ Helal olsun!”
Başımızdaki asker tetiği çekti. Bayrağa baktım. Kuşlar uçuyordu göklerde, Süleyman’a baktım gözleri açık kalmış, bedeni ağırlaşmaya başlamıştı. Sonra o tetik bana doğruldu. “Güneş…”
                                                                      Dilara E.

4

            YÜREĞİMİZ KIYMET BİLENE EMANET
Hoşgörülü, yardımsever şâir ve büyük bir insandır Mevlâna Celâlettin-i Rumi. Onun bütün güzel düşünceleri tüm dünya insanlarında büyük bir etki ve güzel davranışlar uyandırmaktadır. İnsanları sevmek ve insanlara karşı hoşgörülü olmak onun hayattaki en büyük idealidir. Hoşgörü denilince ilk akla gelen isim o’dur tıpkı Yunus Emre gibi. Mevlana da Yunus Emre gibi yaratılanı yaratandan ötürü sevenlerdendir. Hoşgörüsünün yanı sıra yardım etmeye, insanları kırmamaya ve onlara değer vermeye özen gösterirdi. Bu konu nasihat ve hikâyelerinde de defalarca anlatılmaktadır.
Mevlana ihtiyaç sahiplerine yardım ederken göstermemeye ve o kişiyi incitmemeye özen gösterirdi. Bir gün talebelerinden birinin yeni evlenmiş ve paraya ihtiyacı olduğunu fark eden Mevlâna; “Önceden güzel bir âdetin vardı, sık sık elimi sıkardın. Uzun zamandır bu âdetini terk ettin. ”der. Bunun üzerine talebesi elini öpmek ister. Mevlana ise talebesinin elini sıkarken avucuna para sıkıştırır ve: “Bu âdetini daima koru!” der. Bütün hayatı, yaşamı boyunca insanlığa hakikati, doğru yolu, saygıyı, hoşgörüyü ve daha birçok özelliği öğretmek ile geçmiştir.
Hoşgörülü olmasını onun şu sözlerinden de anlayabiliriz: “Gel, gel ne olursa olsun yine gel!” İnsanlar arasında ayrım yapmayan Mevlana ister dil, ister din, ister ırk farkı gözetmeksizin her daim eşit davranmış ve herkesin aynı, eşit haklara sahip olduğunu da söylemiştir. Onun bıraktığı sevgi, saygı ortamını yaşayan her din ve millete sahip insanın kimseye aldırmadan, onun cenazesine katılması onun mesajının yerine ulaştığının göstergesidir.
Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!” sözünden de ikiyüzlülükten uzak durmamız gerektiğini, herkesin kendi gibi olması gerektiğini de belirtmiştir. Aslında Allah’ın her şeyimizi bildiğini, yalan söyleyenin kendini kandırdığını anlatmıştır. Böylesine değerli ve daima hakikati arayan önderlerimizin düşüncelerini yaşatmak, davranışlarını uygulamak biz torunlarına düşmektedir. Ben bu yüzden çok şanslı olduğumuza inanıyorum. Örnek alabileceğimiz ne kadar çok büyüğümüz var.
Bu birbirinden değerli önderlerimizin insan sevgisine olan eserlerini incelemeli ve kıymetlerini bilmeliyiz. Başka ülkelerin insanları bu büyük âlimleri tanımak için daha fazla çaba sarf etmeliyiz. Aklımızı ve yüreğimizi Mevlana’ya açalım. Kalbimiz Mevlana’nın saçtığı ışıklarla dolsun. Yüce gönüllü düşünürümüzün de dediği gibi; “Yüreğimiz kıymet bilene emanet…”
                                                                    Betül U.

5

Bandırma Vapuru’nda Başlayıp Ege Denizinde Biten         Destanın Eşsiz Kahramanlarına
“Bir gemi yaklaştı Samsun’a sabaha karşı,
Selam durdu kayığı, çaparı takası,
Selam durdu tayfası!”
dizeleriyle bahseder Cahit Külebi 19 Mayıs sabahından. Evet, o gün bir geminin bacasından duman tütmekteydi, fakat bu duman üstünkörü bir duman değildi. Bu, sizlerin geçip giden kaygıları, hatta korkularıydı. O gün atamın: “Bugün benim doğum günüm.” diye bahsettiği gündü. Sizler, Mustafa Kemal’in umutla sarıldığı bu memleketi koruyacağınıza dair o zaman ant içmiştiniz. Ve atamız 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak kurtuluş mücadelesinin ilk adımını atmış oldu. İşte o gün sadece bir kıvılcım alevlenerek Kurtuluş Savaşı’na dönüştü.
Siz sırtında çocuklarını taşıyan analarım, bacılarım, küçük, büyük herkes! Sizler aç, susuz cephe yoluna dökülüp vatan evlatlarına mühimmat taşımak için adeta ölüme yürüdünüz. Çünkü sizlerin attığı her adım kurtuluşa biraz daha yaklaşmaktı. Çünkü sizler artık işgalcilere karşı ayaklanmıştınız. Artık herkes bağımsızlığına, özgürlüğüne tamamen sahip olmak istiyordu. Bunun için Türk milleti olarak sizler her bağımsızlık savaşında olduğu gibi adeta tek vücut oldunuz, düşmana taviz vermediniz ve benim ecdadım olarak bu cennet vatanın ebediyen hiç kimseye verilmeyeceğini tüm dünyaya kanıtladınız.
Şöyle bir düşünüyorum da sizler her şeye rağmen bizlere vatansızlık duygusunu tattırmadınız. Bizlere güzel yurdumun her şehrin farklı güzellikler bıraktınız. Ovalarımızı, dağlarımızı, köylerimizi, kentlerimizi, sahilimizi, kordonumuzu düşman postallarına çiğnetmediniz. Bu nasıl bir vatan sevgisi? Bu nasıl bir aşk hikâyesi? Kaç milletin ecdadı bu kadar şanlı, şereflidir? Kiminiz çiçeği burnunda delikanlı, kiminiz 4 çocuklu biri emzikte bri kucakta üstelik… Kiminiz 80 yaşlarındaydı da “Benden geçti.” demedi. Elinde bir parça ekmeği olan da, çorabında kırk yama olan da koştu cepheye; gözü yaşlı anasını, arkasında ağlaşan çocuklarını saymadan, onlara bir şey söyleyemeden yalnızca “Vatan sağ olsun!” diyebildiler. Vakti gelince Mehmetçik “Ya bismillah” diyerek başladı soysuza sıkmaya. Sizler, Türk çocuklarının ecdadı olarak memleketimize yan gözle bakanların karşısında sonuna kadar “aslan gibi” dimdik durdunuz. O gün sizlerin yaşadığı, şahit olduğu olayları bizler bugün, yüz yıl sonra hayal etmekte bile zorlanıyoruz.
Çanakkale, İnönü, Sakarya, Dumlupınar, Kocatepe, Sarıkamış gibi cephelerde de sizler yine düşmanlarımızın önüne adeta etten duvar ördünüz. Canınız pahasına savundunuz yurdumun her köşesini. Düşmanın son teknoloji araçlarına, silahlarına karşı benim ecdadımın sarsılmaz vatan sevgisi vardı. Öldünüz, öldürüldünüz kendi topraklarınızda. Kiminizin ailesine, sevdalısına yazdığı mektup yarım kaldı, o beyaz güvercin kana bulandı. Bazılarınız da şehit olacağını hissetmiş gibi mektubun sonuna “Hakkını helal et!” yazmıştı. Ve öyle de oldu. Ama üzülmeyin, artık nöbetinizi biz devraldık, bizler hep varız. Bizler var oldukça bu ülke, bu 19 Mayıs ruhu hep var olacak. Son nefesimize kadar savaşacağız bağımsızlık için. Tıpkı bu cennet vatan uğruna acı bir şekilde can veren şehidimiz Şerife Bacı gibi. Öğrendim ki; Şerife Bacı kağnısıyla orduya mühimmat taşımak üzere soğuk bir kış günü sırtında bebeğiyle yola çıkmış da bebeğinin sarılı olduğu battaniyeyi alıp, kağnının üzerini kapatmış. Sonra bebeğiyle beraber soğuktan donarak şehit olmuş. Ya biz ecdadımızı unutursak Şerife Bacı’nın âhı bizi tutmaz mı?
İşte bu vatan Samsun’da kurtuluş hareketini başlatan Mustafa Kemal ve Şerife Bacı gibi vatanını, doğduğu toprağı canından çok seven şehitler; Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa gibi komutanlar tarafından bizlere emanet edildi. Emanetinize sonuna kadar sahip çıkacağız. Bütün hayatım boyunca sizlere layık bir vatan evladı olmaya çalışacağım. Belki bir gün ben de şehit olurum. Sizleri orada görür, o mübarek ellerinizi öpebilir ve sizlere olan minnetimi daha iyi dile getirebilirim.
Türk Gençliğinin Şanlı Ecdadı,
Bugün Millî Mücadelenin yüzüncü yılında bizler sizi yeniden Bandırma Vapurundan karşılayamayız belki. Fakat sizden aldığımız güçle yeni bir Milli Mücadele başlatabiliriz. Bu mücadele cahillikle, tembellikle, geri kalmışlıkla ve hala bizi sindiremeyen, gizli hesaplar peşinde koşan güçlerle yapılacaktır. Keşke sizler o azminizle hep yanımızda olsanız. Zamanı ve atalarımızı geri getiremeyiz ama sizlere layık olmaya çalışabiliriz. Bizlere bugün bile ilham kaynağı olduğunuz için, bugün bu satırları yazabilecek hür bir ülke bıraktığınız için bütün Türk gençleri adına sizlere teşekkür ediyorum. Ruhunuz şad olsun.
                                                                        H.İsmail E.

6

4 HARFLİ
( Semiha Hanım, antika dükkanından fırlamış gibi duran oturma odasına doğru yürüdü. Sağ elinde duran bastonu parkeye gölgesini düşürüyordu. Fiskos sehpanın yanına vardı. Bastonu sehpaya sabitledi. Bir eliyle kırlent aldı. Diğeriyle ahşap camı açtı. Kırlenti cama yaslayıp dirseğini üstüne koydu. Mahalleye baktı. Büyüklü küçüklü binalar boydan boya direklere bağlanmış çamaşır ipleri )
Semiha Hanım: Aaaa! Şinasi Bey sabahı şerifleriniz hayılı olsun. Yine bulmaca mı çözüyorsunuz?
Şinasi Bey: ( bir iki kez öksürerek ) Senin de hayırlı olsun Semiha Hanım. Bulmaca çözüyorum.
Semiha Hanım: Duydun mu Şinası Bey yan komşu Nebahat Hanım herkesin arkasından atıp tutuyormuş. Elalemde edep hâyâ kalmadı.
Şinasi Bey: ( Şaşırarak ) Doğru mu diyorsun Semiha? Nebahat’ten hiç beklemezdim. Herkesin arkasından konuşuyor ha. Allah bilir ne anlatıyordur.
Semiha Hanım: ( Bir eliyle bastonu alır ve yanındaki cama tıklatarak bağırır ) Kız Gülnihal aç camı kız.
Gülnihal: Efendim Semiha Teyze n’oldu?
Şinasi Bey: Nebahat kapı kapı dolaşıp herkesin arasını bozuyormuş. Dağdan, taştan büyük yalanlar atıyormuş Gülnihal.
Semiha Hanım: Şinasi Bey doğru söylüyor Gülnihal.
Kemal: ( Binadan çıkar ve yürümeye başlar ) Günaydın Semiha Teyze, Şinasi Amca, ve Gülnihal Abla.
Semiha Hanım: Duydun mu Kemal? Nebahat var ya herkesin evinden çıkmıyormuş. Büyük büyük iftiralar atıyormuş. Herkesin kuyusunu kazıyormuş. Senin, benim, herkesin arkasından atıyormuş. Edepsiz.
Kemal: Eeee! Şimdi de siz onun arkasından konuşuyorsunuz Semiha Teyze.
Semiha Hanım: ( şaşkınlıkla ) Aaaa! Kemal oğlum ben kimsenin arkasından konuşmam. Komşum diye şey ettiydim.
Kemal: ( Geçiştirerek ) Neyse, neyse…
Şinasi Bey: ( gazeteyi kendine çevirerek ) İyi huylu, ahlaklı, 4 harfli nedir?
Semiha Hanım: Edep
Gülnihal: Semiha Teyze bence size de lazım olan şey. Bu yüzden mi çağırdın beni? Bir de demiyor mu Nebahat herkesin arkasından atıyor, evinden çıkmıyor. Asıl siz başkasının arkasından atıyorsunuz. Hiç yorulmazsınız dimi?
Şinasi Bey: Yoookk! Kızım sen Semiha Hanımı yanlış anladın. Biz durum analizi yapıyoruz. O bakımdan iyilik de yaramıyor. Haberin olsun istedik, bir şey mi ettik?
Gülnihal: Yok amca haber vermenize gerek yoktu. Bu hızla ulaşırdı tüm mahalleye, merak etme. Bir de edepten bahsedersiniz. Başkasının arkasından konuşmak da durum analizi olmuş. Sanki haber ajansı mübarek.
Kemal: Hee valla abla. Mahallemizdeki sıcak gelişmeleri buradan takip ediyorum.
Gülnihal: ( Camı kapatır. ) Doğru diyon. Neyse benim işim var. Durum analizinizi sonra dinlerim artık.
Kemal: Neyse ben de geciktim, sonra görüşürüz.
Semiha Hanım: Bunlara da iyilik yaramıyor valla, söyleyeyim de bilsinler istedim ne yaptıysam sanki?
Şinasi Bey: ( Gazeteye bakarak. ) Utanmanın diğer adı 4 harfli?
Semiha Hanım: Hâyâ ( diye cevap vererek camı kapatır, bastonuyla fiskos sehpanın yanından geçer.)
Şinasi Bey: (Kapanan cama bakar ve o da gazeteyi koltuk altına koyarak camı kapatır.)
                                                             Melek Z.K

7

 BAĞIMSIZLIĞIN VE MİLLETİN GÜR SESİ M.A. ERSOY’A…
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.” Bu dize büyük Türk milletinin asırlardır devam eden onurlu yaşam mücadelesinin bir özeti, bir sloganı olmuştur adeta. Türk milleti hiçbir zaman esarete boyun eğmemiş, kimselerin emri altında yaşamamış, bağımsızlığını kazanmak ve elinde tutmak için çok defa büyük ve ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştır. İşte bu milleti yeterince tanımayan, onun bir anlık zayıflığını fırsat bilen batılı devletler, 20. yüzyılın başında yeniden bizleri esir etme hayali kurmuş ve çok geçmeden, yanıldıklarını acı bir biçimde anlamışlardır. İşte zaferleri yaşamak kadar anlatmak da yürek ister. Ve sen Mehmet Akif, duygularımızın en güzel tercümanı, göstergesi oldun. Bizlere her satırda bizi anlatan İstiklal Marşı’mızı hediye ettin.
Türk milleti zorlukları her daim iman gücüyle yenmiş ve bu vatanı asla düşmana teslim etmemiştir. Türk milletinin kararlılığı, azmi Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında da bütün dünya milletlerine örnek olacak şekilde görülmüştür. Bizler de 15 Temmuz’da yapılan hain darbe girişiminde hiçbir kuvvetten korkmayıp, sokaklara döküldüysek bu senin “Korkma!” deyişindendir. “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal!” sözünden aldığımız güçle de hainlere gereken cevabı verdik, düşmanlarımızı kovduk ve bu ülkenin ebediyen bölünemeyeceğini yüce Türk milleti olarak kanıtladık. Sen Mısır’dan gelip memleketinin toprağına basınca: “Bir gün daha kalsam delirecektim” diyerek bu vatana ne kadar âşık olduğunu ve nasıl hasret duyduğunu söylediysen, bu millet de sen yokken düşüncelerini söyleyebilme, ifade etme özgürlüğüne o kadar hasretti. Ve nihayet sen geldin ve bizlerin, Türk milletinin manevi dayanağı oldun.
Sen bize ay yıldızlı vatan sevgisini, çalışmaya olan azmini, yılmamayı, zalime boyun eğmemeyi, güçlü bir imanı miras bıraktın. Emanetine sahip çıkacağız. Ben de senin gibi zulme boyun eğmeyeceğim ve her fırsatta milletimin bağrındaki vatan sevgisini duyurmaya çalışacağım. Çünkü benim örnek aldığım kişiler sen ve senin gibi vatanına, milletine bağlı, idealist kişilerdir. Sen öyle yüce gönüllü, vatanına, milletine sadık bir vatan evladısın ki, ben her zaman, yazdığın bütün o değerli satırlara, kullandığın her kelimeye büyük hayranlık duyuyorum.
Ey İstiklal Şâiri,
Sen her mücadeleni tek silahın olan kaleminle yaptın, ben de kalemimi milletin sesi, bağımsızlığın savunucusu olmak için sonuna kadar kullanacağım, bu davanın takipçisi olacağım.
“Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”
                                                                        Merve A.

8
This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

Ad Remove Ads [X]
Skip to content